Yapay Zeka ve İnsan
Bugün dünyanın en hızlı süper bilgisayarı “Summit” saniyede 200 katrilyon işlem yapabiliyor. 173 milyon dolara mal olan bilgisayarın 2019’da tamamen hazır duruma geleceği ifade ediliyor. Yeni materyaller, moleküller ve ilişkileri, evren ve süper novaların ilişkileri ve kanser araştırmaları için kullanılacağı belirtilen Summit’in aynı zamanda dünyanın en küçük süper bilgisayarı olarak iki tenis kortu büyüklüğünde bir alana sığabildiği, su soğutmalı olduğu için dakikada 15 bin 141 litre suya ihtiyacı olduğu, 8 bin 100 ev için yeterli gücü tükettiği de açık kaynaktan ulaşılabilecek bilgiler arasında.
Alan Turing tarafından 1946 yılında geliştirilen ENİAC (Elektronik Sayısal Entegreli Hesaplayıcı) ilk tam amaçlı ve programlanabilir bilgisayar olarak kabul edilmektedir. 18000 adet vakum tüpü kullanılarak 167 metrekare bir alanı kaplayan ve çalışırken bol miktarda enerji tüketip çok fazla ısı üreten bu canavarın yetenekleri bugün cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlar ile kıyaslandığında henüz amniyotik sıvı içinde ana rahminde bulunan bir fetus’un yetişkin bir insan karşısındaki durumu akla gelir.
Bilgisayarın geçmişi ve bugününü düşündüğümüzde gelişimlerinin ne şekilde olduğu ve nerelere gidebileceğini öngörmek olasıdır. Bilgiye ulaşımın kolaylaşması ve bilginin geometrik olarak artışı durumu göz önünde bulundurulduğunda geçmişte olandan çok daha hızlı bir şekilde yaşam döngüsünü geliştireceği de açık.
Ancak, yapay zekâ ve robotların bilinç seviyeleri henüz bir böceğinki kadar bile değil. Bir robot odaya girdiğinde trilyonlarca hesap yapmak zorundadır. Gördüğü nesneleri pikseller, doğrular, çemberler, kareler yada üçgenler şeklinde analiz ederek belleğindeki binlerce görüntüyle eşleştirmek zorundadır. İnsanın 3’üncü bilinç seviyesinde olduğu ve diğer canlılardan farklı olarak 1, 2 ve 3’üncü bilinç seviyelerinin her birinin insan beyninde ayrı ayrı kullanıldığı düşünüldüğünde insan yapımı zekâların daha kat edeceği çok yol olduğu görülüyor.
Bununla beraber 2007 yılında başlayan derin öğrenme (Deep Learning) ile makinelere görüntü sınıflama, analiz, konuşma tanıma ve doğal dil öğrenme gibi yeteneklerin grafik işlemci üniteleri (GPU) ile yerleştirilmesinin bahsedilen süreçte katalizör etkisi göstererek sarsıcı etkiler ortaya koyuyor olması, beyindeki sinir yapılarına benzer yapısıyla duruma farklı bir bakış açısı getirmektedir.
Bilgisayar gücünün acımasızca ilerleyişiyle birlikte yapay zekâ uyanışı başlamış, yavaş ama önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. 1997’de İBM’in Deep Blue isimli bilgisayarının dünya satranç şampiyonu Gary Kasparov’u yenmesi, 2005’de Standford’da üretilen robot bir arabanın sürücüsüz insan kumandalı arabaların yarıştığı DARPA Grand Challenge yarışmasını kazanması gibi kilometre taşlarının aşılması, Hollywood’da “Terminatör”, “A.İ.”, “Matrix”, “Blade Runner”, “i Robot”, “ex-machine” gibi filmlerin yapılmasında, “Süperintelligence”, “The Singularity is Near” ve “Başlangıç” gibi kitapların yazılmasında insanlığa ilham veriyor.
Yapay zekâda patlama ve çöküş döngüleri insan beyninin sırları ile ilgili her bir keşifte yeniden canlanıyor. Zira biz bilince odaklanmışken çoğu düşüncemizin bilinç altında oluştuğu, düşüncelerimizin bilinç kısmının aslında hesaplamalarımızın yalnızca ufak bir bölümünü temsil ettiği gibi olgularla yüzleşmek ve yarattığımız mevcut yapay zekâların temel gerçekleri öğrenerek fiziksel dünyayı anlama sürecinde çok ilkel bir seviyede olduğunun farkına varmamızla geleceğin gerçekçi simülasyonlarının kurgulanmasında gelişimine (evrimine) devam eden insan beyni karşısında yapay zekânın henüz üstünlük kurma kudretine sahip olabileceğini düşündürmüyor. Zaman boyutunun canlı organizma ile elektronik yapıların gelişiminde ne şekilde bir rol oynayacağı ise durumu daha karmaşık hale getiriyor. Yapay zekâ insanlık için bir kolaylık mı yoksa bir son mu olacak? “Homo Deus”’ta Hariri tarafından konuya olumlu bir bakış sergilenmiş, Homo-Sapienden gelen insanoğlunun Homo-Deus’a giderken robotlar ve yazılımsal yapılarla melez bir türe doğru gideceği öngörülüyor. İnsan zekâsının ürünlerinin insanlığın hizmetinde bugün fantastik filmlerde izlediğimiz süper kahramanlar gibi yeni bir türün oluşturulmasında bir fonksiyon bulacağı düşünülüyor. Öte yandan yapay zekâların kendi aralarında iletişime girmeleri ve düşünme eylemini gerçekleştirebilmeleri insanların dünyayı domine ederken sahip olduğu yeteneklere ortak olduğu için insanoğlunun kendisine bir rakip yaratmış olabileceği düşüncelerini de akla getiriyor. İnternet gibi yaygın bir ağ ile kendi aralarında organize olarak bu dünyaya zarar veren yegâne türün insanoğlu olduğu ve yok edilmesi gerektiği düşüncesini kendi aralarında oluşturup, stuxnet’de olduğu gibi İran’ın nükleer santralinin solucan bir yazılımla ele geçirilerek ülkeye zarar verilmesi fikrinin tüm dünyadaki nükleer santrallerde uygulanması şeklinde bir felaket senaryosunun gerçekleşmesi ihtimal dâhilinde. Sonuç olarak, insanın kendi yarattığı bir zekâ karşısında aciz kalabilecek olması ihtimali ürkütücü olsa da insan zekâsını farklılaştıran özellik olarak karşımıza çıkan MERAK bizi özgür irademizle bunu deneyimlemek için tetikliyor. Öyleyse sonucun ne olacağına odaklanmak yerine zekânın şifrelerini araştırmaya devam etmemiz gerekiyor.