“Mutluluk nedir?” sorusunun cevabını doyurucu bir açıklıkla verilmek zordur. “İyi şeyler yaşamanın, iyi hissetmenin ve zorluk çekmemenin mutluluk olduğunu” varsayıyoruz. Mutlu olmak ve kendini iyi hissetmenin insanlarda bir saplantı durumuna geldiğini görüyorum. Bunda Amerikan popüler psikolojisinin ve bu yönde ortaya çıkan “kişisel gelişim” endüstrisinin katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Kendini iyi hissetmek ve iyi duygular içinde olmanın değerini herkes kabul eder. Ancak hayat bir nehirdir ve bu nehrin içinde diploma almak, aşık olmak, iyi bir işe girmek, çocuk sahibi olmak, terfi etmek gibi güzel yaşantılar olduğu gibi; başarısız olmak, terk edilmek, işsiz kalmak, ihanete uğramak, sevdiğini kaybetmek gibi güzel olmayan yaşantılar da vardır. Hiç kimse, “iyi şeyler benim tarafıma gelsin, kötüler nereye giderse gitsin gitsin” diyemez. Yaşayan her canlının “ölümü tatmasının” mukadder olması gibi, başarısızlıklar ve kötü yaşantılar da hayatın bir parçasıdır.
Yazılı ve görsel medyanın da etkisiyle, herkes hayatının bir coşku ve güzellikler demeti olması beklentisi içindedir. Kendini kötü hissetmek, kişinin kendisini hatalı ve yanlış bir durumda olduğunu ve derhal bu durumdan çıkması gerektiğini düşünmesine neden olur. Kızgınlık, haset gibi olumsuz duygular neredeyse günah sayılır; kıskançlık, hayal kırıklığı gibi duyguları günlük sohbetlere konu etmek hoş karşılanmaz; üzüntü, utanç gibi duygular “sağlıksız”, “olumsuz”, hatta “kötü ve fena” duygular olarak kabul edilir. Bu duyguları yaşadığı için insanlar kendilerine kızar, bunları bastırmaya, kendisinden uzaklaştırmaya, ilaç ve terapi yoluyla bu duygulardan kurtulmaya çalışır.
Duygular bizim kendimizi iyi veya kötü hissetmemize neden olurlar, ancak doğaları gereği olumlu ya da olumsuz olamazlar. Özellikle olumsuz duygular insanın canının, malının ve itibarının bekçisidir. Evrim açısından değerlendirildiğinde, bugün yaşamaktan hoşlanmadığımız ve kaçındığımız olumsuz duygular olmasa, canlılığı sürdürmek mümkün olmayabilirdi. Olumsuz duygular sadece varlığımızı sürdürmek açısından değil, aynı zamanda, kendimizi iyi hissetmemizi sağlamak için de önemli bir işleve sahiptir.
KORKU VE KAYGI
Türk kültüründe korku büyük çoğunlukla küçültücü bir duygu olarak kabul edilir ve “korkusuzluk” bir erdem olarak sunulur. Oysa korku son derece insanca bir duygudur ve kişinin malını, canını ve itibarını korumasına yardım eder. Korku gerçek bir tehdit karşısında ortaya çıkar. Üzerine silah doğrultulmuş insan korkar, uçaktaki bir patlama ve kuvvetli sallanma herkesi korkutur.
Buna karşılık kaygı, gerçek tehdidin varlığı ile değil, beklentisi sonucu ortaya çıkar. Yarışmaya girmek, zaman baskısı altında iş yapmak, sınanmak, denetlenmek kişide kaygı yaratır. Ancak her türlü işte başarılı olmak için belirli bir düzeyde kaygı gereklidir. Bedensel, duygusal ve zihinsel olarak konfor noktasında kalarak herhangi bir konuda başarılı olmak mümkün değildir. Gerek korku, gerekse kaygı konusunda önemli olan dozdur. Her konuda olduğu gibi kaygı ve korku konusunda da doz zehirdir. Yüksek kaygı kişinin elinin ayağının dolaşmasına, bildiklerini unutmasına ve gerçek potansiyelini hayata yansıtamamasına neden olur.
PİŞMANLIK VE HAYAL KIRIKLIĞI
Her insan hayatında hayal kırıklığı yaşamıştır. Duygusal ilişkilerinde, finansal kararlarında, meslek yolculuğunda, iş yaşamında hayal kırıklığı yaşamamış bir insan yoktur. Çünkü hata yapmak ve başarısızlık hayatın en doğal parçasıdır. Bu nedenle her insan hayatında başarısız olmuş, “keşke” diyerek pişmanlık duymuştur. Hayal kırıklığı ve pişmanlık insanı hatası üzerine düşünmeye yönlendirir ve yapmış olduğu hatayı öğrenme fırsatına çevirmek için eşsiz bir imkan sunar. “Ben hayatımda hiç hata yapmadım” demek nasıl gerçekçi değilse; “Benim hiç pişmanlığım yok” demek de zayıf bir egonun ve yetersiz iç görünün (farkındalığın) işaretidir.
UTANÇ, SUÇLULUK VE MAHCUBİYET
İnsanlar topluluk içinde yaşayan canlılardır. Bu nedenle gruba uyum ve iyi geçinmek önemlidir. Topluluğa uyum gerçekte sosyal ve ahlaki normlara uyum anlamına gelir. Çocukluktan başlayarak anne ve babalar çocuklarına topluluk içinde gaz çıkartılmayacağını, hapşırırken ve esnerken ağızın kapatılacağını öğretmeye çalışır. Bu kurallardan birinin ihlali durumunda özür dilenir veya yaratılan olumsuz etkiyi hafifletecek bir girişimde bulunulur.
Utanma, suçluluk ve mahcubiyet duygularından yoksun insanlar kaba, ben merkezci, empatiden yoksun ve aldırmaz insanlardır. Çevrelerindekiler böyle insanları sevmez, ancak sahip oldukları maddi güç veya statü nedeniyle onlara “katlanırlar”.
ÜZÜNTÜ VE YAS
Hayatta en çok kaçınılan duyguların başında üzüntü ve yas gelir. Önemli bir kaybın ardından çok kere yakın arkadaşlar kişiyi üzüntüsünden uzaklaştırmaya, dikkatini dağıtmaya, konuyu değiştirerek onu avutmaya çalışırlar. Oysa önemli bir kaybın arkasından yas tutulması son derece olağandır ve gereklidir. Yas duygusunun yaşanması kişiyi değer verdiği ilişkiyi gözden geçirmeye, anılarını tazelemeye ve o ilişki olmadan hayatını nasıl yöneteceği konusunda düşünmeye yönlendiren sağlıklı bir duygudur. Yas üç ayı geçtiği ve uzadığı takdirde profesyonel yardım gerekli olabilir. Depresyon uzun süren üzüntü halidir.
Üzüntü ise yine bir kayıp veya muhtemel bir kaybın beklentisi sonucunda ortaya çıkar. Pişmanlık ve hayal kırıklığında olduğu gibi üzüntünün ifadesi de kişinin çevresinden yardım almasını kolaylaştırır.
HASET (GIPTA) VE KISKANÇLIK
Kendinizi iyi hissettiğiniz bir konuda başka birinin sizden daha iyi olduğunu görmek insanı sıkıntıya sokar ve olumsuz duygulara neden olur. Bu duyguyu çocuklar ilk kez kurallı oyun gruplarına girdiğinde yaşarlar. O güne kadar evde oynadığı bütün oyunları kazanan ve kendisini omnipotan (tüm güçlü) gören çocuk, çevresindeki bazı arkadaşlarının kendisinden iyi olduğunu görünce, o güne kadar kardeşi yoksa, tanımadığı bir duygu yumağı ile tanışır.
Kıskançlık duygusu ise sevilen birinin başka bir kişiyle paylaşılma ihtimali veya gerçeği üzerine ortaya çıkar. Terk edilme ve dışlanma çok güçlü duygulardır ve buna eşlik edecek sert tepkiler doğurabilir. “Sevilen biriyi başkasıyla paylaşma ihtimali” çok muğlak bir ifadedir ve iyi başlayan birçok ilişki bu yolla zehirlenir. Diğer taraftan olgun çiftler arasında yaşanan kıskançlık, ilişkiyi yeniden gözden geçirme ve daha sağlam temellere oturtma imkanı verir.
KIZGINLIK
Kızgınlık ikincil bir duygudur. Buzdağının üzerinde gözüken kızgınlığın altında farklı nedenler vardır. İnsanlar anlaşılmadıkları veya önemsenmediklerini düşündükleri zaman kızarlar. Örneğin en çok kızgınlık yaratan nedenlerin başında yalan söylenmesi gelir. Karşısındaki kişinin yalan söylediğine inandığı zaman kişinin yaşadığı kızgınlığın nedeni, “aptal yerine konduğunu” düşünmektir. Benzer şekilde kişinin haksızlığa uğradığını düşünmesi de, kızmasına neden olur. Engellenmek, bir başka ifadeyle isteğinin yerine gelmemesi de bir başka kızgınlık nedenidir.
Anlaşılacağı gibi, insanları kızdıran objektif olarak yaşadıkları değil, bu yaşadıklarıyla ilgili kendi kafalarında hızla yaptıkları yorum ve bunun sonucunda yaşadıklarına yükledikleri anlamdır.
Kızgınlık konusunda kritik eşik tepkiyi kontrol etmek ve haklı olduğu durumda, haksız duruma düşmemektir. Çünkü önemli olan haklı olmak değil, haklı kalmaktır. Dikkat edilmesi gereken kişinin, kızgınlığını haklılığının sebebi olarak görmemektir. Doğru kişiye, doğru zamanda ve doğru düzeyde gösterilen kızgınlık, çözüm odaklı ve yapıcı bir iletişim kurmaya da imkan verir.
ŞAŞKINLIK VE SIKINTI
Yeni ve karmaşık bir bilgiyle karşılaşmak insanı şaşırtır, kafasını karıştırır ve sıkıntı verir. Şaşkınlık insana alıştıklarının dışında koşullarla karşı karşıya olduğunu düşündürür; güven, yeterlilik ve kontrol duygusunu tehdit eder. Bu duygunun üstesinden gelmek kişinin kendisini toplaması ve parçaları sistemli olarak yeniden bir araya getirmesiyle mümkündür. Kişi bunu gerçekleştirdiğinde yeni bir şey öğrenmiş, bildiklerini alıştığının dışında yeni bir çerçeveye oturtmuş ve gelişmiş olur. Bunu yapamazsa yaşadığı engellenme, kaygı ve kızgınlığa neden olur.
DOZ ZEHİRDİR
Olumsuz duygular öğreticidir. Ancak korku ve kaygı duyguları için özellikle değindiğimiz gibi, doz zehirdir. Bizi bu duyguları yaşamaktan kaçınmaya, hayat amacımızı mutlulukla sınırlamamıza neden olan da aşırı dozla birlikte gelen yıkıcı etkidir.
Uzun süreli ve yoğun yaşanan duygular kişiye fayda değil, zarar getirir. Aslında bu durum, olumlu duygular için de geçerlidir. Çünkü kişi, dünyayı algılarken kendi duygularından yola çıkar ve çevresinde yaşananların ciddiyetini anlaması güçleşir.
Duygu düzenleme stratejilerinin bazıları, yaşantılara uyum sağlamayı kolaylaştırıcı, dolayısıyla sağlıklı (adaptif); bazıları sağlıksız ve uyum sağlamayı zorlaştırıcı (maladaptif) olarak sınıflandırılabilir6. Bu ayrıma göre, uyumu kolaylaştıran ve sağlıklı stratejiler olumsuz duyguları fırsata dönüştürürken, sağlıksız ve uyumu zorlaştıran stratejilerin kullanımı yaşantıları krize sürükler. Olumsuz duygularını yönetmekte zorlananlar kendilerini veya başkalarını suçlar, yaşadıklarına takılıp kalır, başına gelenleri felaket olarak değerlendirir ya da duygularını uzun süre bastırır. Olumsuz duygularını yönetebilenlerse, durumu kabullenir, olumluya odaklanır, yaşadıklarından ders çıkarır, başına gelebilecek daha kötü durumları düşünerek kendini rahatlatır, durumu nasıl yönetebileceğine yönelerek adımlarını yeniden planlar. Durumu kabullenmek, kişinin gelecek planları için daha akılcı düşünmesine yardımcı olur.
SONUÇ
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi insanlar mutlu olmak ister. Mutluluğu da para aracılığıyla elde edilebilecek daha çok şeye sahip olmak, sıkıntı verecek şeylerden uzak durmak ve olumsuz duygular yaşamamak olarak kabul ederler. Ancak mutluluğun belirleyicisi olan neşe, canlılık ve coşku kişiyi yüzeysel ilişkilere, hazza, aşırı güven sonucu ortaya çıkan kibir ve böbürlenmeye ve yüksek riskli davranışlara yöneltme eğilimindedir. Olumsuz gibi gözüken ve genellikle yaşamaktan kaçınılan duygular gerçekte insanı geliştirir. Bu duygulardan kaçınmak ve hayatı sadece olumlu duygular temelinde yaşamak gerçekçi olmayan, yüzeysel ve yapay bir yaşamdır. Çünkü hayatın ve insan doğasının içinde var olan bu duygular insanlık tarihi içindeki deneyimlerin yansımasıdır ve kişinin hem uyumunu kolaylaştırır, hem de onu olgunlaştırır, derinleştirir ve ona bilgelik kazandırır. İyilik yapmak, sahip olduklarının kıymetini bilmek, yardımseverlik ve cömertlik sadece neşe ve coşkunun yaşandığı bir dünyada gerçekleşemez. Böylece insan bir taraftan hayatı bütün zenginliği ile kucaklarken, diğer taraftan kendisinden daha az şanslı olanlara empati ve anlayış geliştirir, onlara yardım ederken kendisi de gelişir.