Ankara’ya kar yağıyor, beyaz bir huzur kaplıyor yüreğimin ince köşelerini. Eski Ankara’yı seyreden bir pastanede soba kenarında çayımı yudumlarken, sobanın çıtırtısında, o ölgün ışıkta çocukluğum düşüyor aklıma. Ankara’da karın diz boyu olduğu zamanlar, çocukluğun gamsız ve tasasız günleri, kendimizi karın içine bırakışımız, üşüyen ellerimiz, üşüyen yüzümüz, kıpkırmızı olmuş burunlarımız. Ama ille ısınmış yüreklerimiz. Annemiz ve babamızın bizi seyrediyor olma ihtimali ve beklide nasıl koşabildiğimizi, nasıl kartopu oynayabildiğimizi en çok onlara göstermenin o saf heyecanı.
Sokaklar… Bize ait olan, mahalle kültürünün hakim olduğu, her kapıyı çalıp dışarıya çağırdığımız arkadaşlarımız. Çocuk sesleri, hadi çok üşüdünüz diyen anne sesleri ve elbette bazen kendileri de oyuna katılan yetişkinler. İçimizde dev çınarlar gibi yeşeren yaşama sevinci… eksikliklerin, yoksunluklarında olduğu ama bu yoksunlukların mutsuzluğa yol açmadığı, kahkahaları baltalamadığı zamanlar. Rüzgârı yüzümüzde, göz bebeklerimizde hissetmek, içimizde kendi müziğimizin kendi bestelerimizin çınladığı o eşsiz anlar.
Akşam olunca soba kenarına asılan eldivenler ısınsın diye uzatılan kıpkırmızı ayaklar… Hakkı verilerek yaşanmış bir günün ardından sıcacık sohbet, mutfaktan gelen anne tıkırtıları, hazırlanan yemek masası… Mutluluk… O an bilincinde olarak değil, katre katre içimize düşen adım adım yaşanan, farkında olmadan içine girdiğimiz yaşam.
Şimdi bir sobanın, şöminenin, ateşin çıtırtısında aklıma ve yüreğime düşer çocukluğum. Başkentimin kar yağan sokakları hep bir mutluluk verir yüreğime. Doğanın cömertliği, her mevsiminin güzelliği huzuru kaplar içimi. Beyaz güzeldir, kar sessizdir. Dinginleştirir içimi. Hayatın daha berrak daha sorunlardan arınmış, daha yetişkin bu döneminde, soba çıtırtısında çayımı yudumlarken tutamam kendimi. Karda oynamış kardeşleriyle soba kenarında oturup annesinin yemek hazırlamasını bekleyen kız çocuğunun yanına gider, sarı saçlarından öperim. Kardeşlerine de birer öpücük kondurur, böyle devam edin derim onlara, çünkü bu mutlu anlar bu üşümüş ayaklar bundan yıllarca sonra düşündüğünüzde ısıtacak yüreklerinizi. Oynadığınız her oyun güldürecek yüzlerinizi… Çocukluğu insanın anavatanıdır diyordu Cüceloğlu, burada kalabildiğiniz kadar kalın, tadını çıkarın yıllar sonra, bir ateş kenarında belirdiğinde anılarınız o zamanda çocukluğunuzu yanınıza alın, çıkın kartopu oynayın. Çünkü yağan kar aynı kar, sokak aynı sokak, biraz büyüdünüz diye çocukluk yapmak ve eğlenmek hakkını elinizden almayın. Bırakın usul usul yeniden yeşersin o günlerin yaşama coşkusu. Çünkü bu yaşta öğrendiğim, yaşam bu. Huzur bu, mutluluk bu. Sağlıkla çayını yudumlamak, yağan karın, yanan ateşin ve sevdiklerimizle olmanın tadına varmak.
Ankara’ya kar yağıyor, Ankara beyaz sabahlara uyanıyor. Eski Ankara manzaralı soba yanan bir pastanede yudumluyorum sabah çayımı. İçimde ince bir sızı belirir gibi oluyor. Ah! Çocukluğum… Sonra kapatıyorum gözlerimi, gidiyorum yanına, aralarına oturuyorum, seyrediyorum evdeki tatlı telaşı. Hepsi gülümsüyor bana… Beyaz ve tatlı bir huzur kaplıyor yüreğimin en ince köşelerini. Gülümsüyorum. Ankara’ya, kara ve çocukluğuma içten bir selam gönderiyorum…