Ben Yokum Artık
Yokum artık…
Söylesene kimin varlığı dolduracak yokluğumdan sana arta kalanı… Anlatsana bana kim gözlerine bakarken kederini okuyacak, yarık izleri olan dudaklarında asılı kalan söylemediğin sözcükleri kim duyacak… Kim anlayacak parmaklarını hızla hareket ettirirken elinden kaçanları tutmaya çalıştığını… Söylesene kim, Kim kirpiklerinin ucunda yakalayacak hüzünlerini… Kim yarım kalan heveslerini görecek bakmadan gözlerine…
Ben yokum artık…
Bil ki yarım kaldı türkülerimiz…
Oysa hala o evin duvarlarındadır neşeli seslerimiz…
Hatırla oysa bir anlıktı öfkelerimiz…
Ne olursa olsun hep yan yanaydı ellerimiz…
Yokum artık…
Bil ki yarım kaldı çay sohbetlerimiz…
Acıdı, ekşidi dilimizde sözcüklerimiz…
En tatlı yerinde çürüdü muhabbetimiz…
Aldım başımı gittim ben, gücendim, incindim, canım acıdı, öfkeye döndü acım, kızgınlığa döndü kırgınlıklarım… Oysa dünya yıkılsa biz ayrılmayız sanırdım… her kırgınlığı ardıma atar, sana hep merhametle bakardım… biz ot ve köktük, dal ve gövde, damar ve kan, et ve tırnak… Dünya karşıya geçse yan yanayız sanırdım… oysa bir yaz günü gördüm ben. Güzel duyguların rüzgârlara esip gideceğini, güvenin yerini şaşkınlığa terk edeceğini… Ve bel ki düşman kurşununa şaşmamak gerektiğini… Çünkü Hallacı-ı Mansur’un dediği gibi; İlle dostun gülü yâreler beni…
Hep orada olacaktım. Acılarında kanatlarımı yine açacaktım, ağladığında başını göğsüme yaslayacak” Kokma Ben Varım” diyecektim ve sen benim varlığımdan emin olduğun için korkmayacaktın. Varlığıma hep güven duyardın, kırılmayacağımı, kızsam da vazgeçmeyeceğimi, üzülsem de affedeceğimi bilirdin…
Ama…
Artık yokum ben…
Bitti dünya yolculuğundaki yol arkadaşlığımız…
Bilmem kimin varlığıyla sıvayacaksın yüreğindeki büyük çatlağı…
Bilmem ki kimse değiştirebilir mi benim sende bıraktığım rüyayı…
Yine türküler söyleyeceksin, gülecek, eğlenecek, kahkahalar atacak, evinde misafirler ağılayacak, çay demleyecek, çayın yanına o en sevdiğin kurabiyelerden yapacaksın.
Yemek hazırlayacak, işe gidecek, işe giderken aynaya bakacak, güzel olmuşum diyeceksin… Hayat olağan akışında sürüp gidecek… Her şey yolunda diyeceksin…
Ama sonra bir an… Çayını yudumlarken, bir şeyler mırıldanırken, gözlerinin önüne gelecek gözlerim… Yokluğum soğuk büyük metal bir kapı gibi çarpacak yüzüne… Dağıtacak an yaşama dair ne varsa sende… Boğazın düğümlenecek, çayını yudumlamayacak, yutkunmadan türkünü mırıldanamayacaksın… Sevgimi arayacaksın bütün suretlerde, güvenerek sevmeyi arayacaksın bir ömür boyu. Bu sevginin yokluğunu yüreğinin en derininde hissedeceksin. El ele tutuştuğumuz o fotoğrafa bakıp hüzünleneceksin… Yokluğum soğuk bir mezar taşı gibi duracak kalbini orta yerinde. O taşı ellerinle yonttuğunu bileceksin.
Ben hep iyiliğin için dua edeceğim, seni koruması için rabbin gönülden dileyeceğim. Ve hep özleyeceğim kocaman yeşil gözlerini. Küçük arkadaşımı…
Güzel yaşa gülerek yaşa…
Daima…
Ama artık ben yokum…
Kimseyle dolduramazsın benden kalan boşluğu, kendini yorma…
Ve üzüme bu dünyaya…
Bitirdik bu dünyadaki yol arkadaşlığımızı ama, ebedi dünyada yine olacağım yanında, ellerinden tutup hayatı ve bizi çeken makinenin objektifini göstereceğim sana…