ATIM, İNSANIM
Resimde gördüğünüz atla yolumuz yaklaşık iki ay önce kesişti. Civardaki çiftliklerden birindeydi. Daha önce de görmüştüm ama bu kez uzun süreli bir yolculuğa çıkmaya karar verdik. “Karar verdik” derken ben vermiş bulundum. Çünkü o “haydi ben seninle” geleyim demedi. Her zamanki gibi çevresini ve çevresindekileri değiştirmeyi kendinde hak gören insan onu aldı ve kendine uygun bir çiftliğe götürdü. Bir taşıma aracına koyduk onu ve yeni evine getirdik. Friendly North olan adını bir çeşit Cevizli Turta anlamına gelen Pecan Pie olarak değiştirdik. Çünkü sevdiğimiz bir tatlıydı. Onu da çok sevecektik. Ve çok seviyoruz. Pecan aslında kendine at dediğimizi bile bilmiyordur ki. Hele Latince ismi Equus Ferrus Caballus! “Hadi ya! Uzun olmuş be abi” demez miydi acaba? Yeni hayatını seviyor mudur acaba? Şu andaki hayatının daha önceki hayatından daha iyi olması için elimden geleni de yapıyorum… sanırım. Biz atın önünden otunu, yemini eksik etmeyip, güvenli bir ortam, bol çayır zamanı, düzenli idman imkanı sağlayıp sevgimizi eksik etmediğimizde, üzerine binsek bile mutlu olduğunu düşünüyoruz. Ya da biz mutlu oluyoruz aslında…
Çiftlikte bana “sizin atınız mı” diye sorduklarında “hayır ben onun insanıyım” demeye özen gösteriyorum. Çünkü bu sahiplik duygusu bize özgü. Pecan’ın beni sahibi olarak gördüğünü sanmıyorum. Elimdeki belgenin de onun onayı olmadan hazırlandığı için bir anlam taşıdığını düşünmüyordur. Beni, neredeyse her gün ziyaretine gelen, elma, havuç, maydanoz getiren, tımar eden, yaralarına merhem süren, alışmadığı şekilde ve muhtemelen onu rahatsız eden bir tarzda üzerine binen, ayaklarını yıkayan, arada ahırda onunla öylece duran, bazen kitap okuyup, bazen şarkı söyleyen, büyük ihtimalle ona zarar vermeyecek bir etobur olarak görüyor olmalı. Çünkü insan türü atlar için bir et obur yani aslında kategorik olarak bir tehlike. Onu yakalamış, yememişse, çalıştırmış ağır yükler çektirmiş, zaman zaman eziyet etmiş, üstünlük kurmaya çalışmış, özgürlüğünü kısıtlamış bir tür. Hani “ NONO yani ne olur ne olmaz” bir durum. Zaten atlar için bu NONO kavramı neredeyse var olmanın kuralı.
Şimdi ben atlarla öğrenim programları yapıyorum ya. Ama ata binmeden… Neyse www.4NaL.com ’da detayları var. Isterseniz bakabilirsiniz. Bu programda temelde atın sizinle birlikte hareket etmesini, aynı dili konuşmadığınız, sizden daha büyük, güçlü ve hızlı, yarım tonluk bir başka türe ne yapmak istediğinizi anlatıyorsunuz. Tabii ne yapmak istediğinizi biliyorsanız. Bu süreçte at size nasıl iletişim kurduğunuzu, nasıl istediğinizi, ne kadar içten ve samimi olduğunuzu hissettiğini gösteriyor. Özü budur. Pecan daha yeni geldi ama bu tip bir şey olduğunda at yanıma geldiğinde “e tabii at sizin atınız” oluyor. Daha önce söylediğim gibi atın böyle bir aidiyet hissettiğinden şüpheliyim. Hele iki ay daha olmadan bu ilişkiyi kurabildiğimden hiç emin değilim. Ama bu “sizin atınız” meselesi önemli geliyor bana. İstediğimizi yapanlar bizim ya da bizden oluyor. Ya da bizim olanlar, bizden olanlar istediğimizi yapsın istiyoruz. Çalışanlarımız, çocuklarımız, arkadaşlarımız vb. Belki o yüzden bırakın atları onlar bize farklı bir düşünce ya da davranışla geldiğinde hayal kırıklığına ya da ihanete uğramış hissediyoruz. Sözünü dinliyorsa senindir. Dinlemezse, senin doğrularını kabul etmiyorsa senin bir şeyin değildir.
Gelelim at ve bilinçli farkındalık ya da “mindfulness” meselesine. Atlar ot obur oldukları ve hayatları boyunca av oldukları için en önemli şey güvende olma hissidir. Bu yüzden sürekli anda kalır, etrafında olan bitenlerin kendisini nasıl hissettirdiğine odaklanırlar ve dışarıdan gelen uyarıcılara nasıl tepki vereceklerine karar verirler. Al sana mindfulness. An be an etrafında olan bitenleri tartarlar, etrafındaki canlıların -programlarımızda insanların- dost mu düşman mı, güvenilir mi tehlikeli mi, ne yapacağını biliyor mu kararsız mı, olduklarına bakarlar. Olumsuz koşullardan, olumsuz sinyallerden uzak dururlar. Kimse onların sahibi değildir ama onlar huzur dolu bir sürünün parçası olmakta huzur bulurlar. Bu yüzden ondan bir şey istemediğimiz hatta bazen onu yalnız bırakıp aramızda sohbete başladığımızda “ne oluyor orada, ne konuşuyorsunuz? Bana da anlatsanıza” der gibi yanımıza gelirler. Pecan’ın yanıma gelme sebebini, büyük ihtimalle, “daha güvende hissetmek”le açıklayabileceğimi düşünüyorum. Sahibi olduğu için değil ama. Beni daha sık gördüğü ve huzur dolu bir ilişkimiz olduğu için, ondan çalışma süremiz haricinde hiçbir şey istemediğim için olabilir. Öğrenim programlarımızda da etrafındaki insanların daha önce atla tecrübeleri olmadığı ve karınlarında kelebekler uçuştuğu, kalplerinde tamtamlar çaldığı için olabilir.
Ezcümle Pecan benim atım değil. Ben onun insanıyım. Bu onu şanslı mı kılar, emin değilim. Ama atları daha iyi anlamaya, onun insanların iyi olabildiğini görmesine çalışabilirim. Dahası bu söylediğimi diğer ilişkilerimde de yapabilirim. Etrafımda olup bitenlere daha çok odaklanabilir, aklıma ilk gelen tepkiyi vermektense ana konsantre olup, olup bitenlerin beni o an nasıl hissettirdiğini anlayıp, daha farklı nasıl tepki verebileceğimi seçebilirim. Pecan’a sahip olamam ama sayesinde kendime daha çok sahip olabilirim