Reading Time: 4 minutes

İnsanlar temel inançları ile çelişen bir durumla karşılaşırlarsa, aşırı bir rahatsızlık ve zihinsel stres yaşarlar. Buna bilişsel çelişki (cognitive dissonance) denir. Leon Festinger’in bilişsel çelişki kuramı, insanların iç çelişkilerini çözme biçimine odaklanmıştır. Festinger hipotezini iki temel üzerine oturtmuştur. Birincisi, çelişki sonucunda psikolojik olarak rahatsızlık duyan kişi çelişkiyi azaltmak ve kendi içinde uyum sağlamak arayışına girer. İkincisi, çelişki aşikâr olarak ortadaysa bunu azaltma çabalarının yanı sıra kişi aynı zamanda bu çelişkiyi ortaya koyan bilgi ve durumlardan aktif olarak kaçınma yolunu seçer. Böyle bir durumda imkân varsa dış gerekçelere sığınır, eğer buna imkân yoksa kendisi gerekçe üretir.

Kehanet Boşa Çıktığında

Bilişsel çelişki kavramını ortaya koyan Leon Festinger, 1956 yılında yayınladığı Kehanet Boşa çıktığında (When Propechy Fails) kitabında dünyanın UFO’lar tarafından işgal edilip kıyametin kopacağı ve sadece kendilerinin hayatta kalacaklarına inanan bir tarikatı anlatmıştır. Tarikat üyeleri, liderlerinin kendilerini topladığı yer ve saatte UFO işgalinin gerçekleşmeyip kıyametin de kopmadığını, dünyanın da yerli yerinde durduğunu görünce kuvvetli bir zihinsel çelişki yaşamışlardır. Bu durumda, enayi yerine konduklarını, servetlerini boşa harcadıklarını ve aldatıldıklarını kabul etmeleri gerekir. Ancak tarikat üyelerinin çok büyük çoğunluğu, bu fiyaskoyu liderlerinin de yardımıyla farklı bir şekilde çözmüştür. Onlara göre uzaylılar, tarikatlarını ödüllendirmek ve onları güçlendirmek için ikinci bir şans vermiştir ve daha çok insanı ikna ederek kurtarmaları için kıyameti ertelemiştir. Böylece grup kendini toplamış ve daha fazla taraftar edinmek için harekete geçmiş, bunun sonucunda da gücünü daha çok artırmıştır.

Neden böyle olur? Aptal mıdır bu insanlar? Bu sorunun cevabını psikolog Leon Festinger, ‘When Prophecy Fails’ (Kehanet Boşa Çıktığında) adlı kitabında veriyor. Temel inançlarımızla çelişen bir durum yaşadığımızda, aşırı bir rahatsızlık ve zihinsel stres yaşarız. Leon Festinger bu durumu ‘bilişsel çelişki’ (‘cognitive dissonance’) olarak adlandırıyor ve sözünü ettiğim kitabında bu kavramı anlatıyor.

Kendine yalan söylemek

Zihinsel çelişki kuramı, insanların kendi beklenti ve tutumlarıyla gerçek dünya arasında sürekli olarak uyum aradıkları esasına dayanır. Bu nedenle insanlar bir çelişkiye düştüklerinde kabullerini ve davranışlarını uyumlu hale getirerek bu çelişkiyi azaltmaya çalışırlar. Böylece sağlanan uyumla psikolojik gerginlik azalır. Örneğin tatlıyı seven ve diyet yapmaya karar veren bir insan, Festinger’e göre kendisine tatlı ikram edildiğinde yaşadığı çelişkiyi üç yolla azaltabilir. Birincisi, kavrama yüklediği anlamı, dolayısıyla davranışını değiştirebilir. “Tatlı bana zararlı” der ve tatlı yemekten bütünüyle vazgeçer. İkincisi, karşılaştığı duruma yüklediği anlamı değiştirebilir. “Arada sırada kaçamak yapmanın bir zararı yoktur” der. Üçüncüsü, tutumunu veya aldığı kararı yeni kavramlarla yorumlayarak davranışını meşrulaştıracak koşullar oluşturur. “Günde yarım saat egzersiz yaparım ve tatlı yeme hakkımı kullanırım” der ve tatlıyı yer. Zihinsel çelişkiyi önlemek ve gerginliği azaltmak için en sık ikinci yöntem kullanılır. Bu durumda kişi durumu yeniden ve farklı bir şekilde yorumlar. Örneğin, sigaranın zararlı olduğu gerçeğini reddedemeyen bir annenin şöyle dediğini duydum: “Hayatım o kadar düzenli ve iyi anne olmak için o kadar çok çaba harcıyorum ki, bu kadarcık yanlış yapma hakkını kendime veriyorum.”

İnançlarımız, sorgulamadığımız temel kabullerimizdir. Bunlar en derindeki değerlerimiz aracılığıyla davranışa yansır. Dünyayı ve olayları inanç ve değerlerimize göre algılar ve yorumlarız. Bu nedenle insan temel inançlarıyla çelişen yeni bir durumla karşılaştığında gerginlik yaşar. Bu inancın bedeli ne kadar ağırsa, kişinin inançlarını değiştirerek bu çelişkiyi çözmesi o kadar zorlaşır. Dolayısıyla, kişi ortaya çıkan durum veya olguyu reddetme, yalanlama ve değiştirme yoluna gider. Bu arada kendi inancında olan insanların desteğini arayarak başkalarını ikna etmeye ve taraftar toplamaya çalışır.

Günümüzde bir taraftan kuvvetle ve yüksek sesle ileri sürülen yolsuzluk söylentileri, diğer taraftan ise bunun komplo olduğu iddiaları aynı güç ve yüksek tonda dile getirilmektedir. Yapılan kamuoyu araştırmaları ise iktidar partisinin yolsuzluk söylentilerinden, “yelin kayada yaptığı aşındırma” ölçüsünde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Yakın zamanda yapılmış bir araştırma, iktidar partisi seçmeninin sadece yarısının rüşveti kabul ettiğini, ancak yine de bu durumun oy tercihlerini değiştiremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu gelişmeler psikoloji disiplinin ortaya koyduğu önemli bir kavram konusunda sistemli bilgiye sahip olmayanları şaşırtmakta ve “halkın zekâsı” konusunda tartışmalara neden olmaktadır.

Taraftar olmak

Gerek siyasi gerekse spor alanında yaşanan her iki durumda da, olayların alevlenmesinden bir süre sonra ortaya çıkan gerçekler ne olursa olsun, taraflar fikirlerini değiştirmezler, tam tersine ortaya çıkan her yeni bilgiyi kendi görüşlerini güçlendirecek bir kanıt olarak değerlendirmişlerdir. Bunun nedeni insanların önemli konularda karar verirken kendilerine sordukları üç soruyla ilgilidir:

  1. Ben kimim?
  2. Bu nasıl bir durum?
  3. Benim gibi biri bu durumda ne yapar?

Gönül verdiği bir siyasi parti taraftarı olmak akıl ve mantıkla ilgili değil, duygularla ilgili bir seçimdir. Bu nedenle partinin taraftarı olan bir kişinin “benim partim hile yaptı” ve “haksız bir kazanç elde etti” demesi imkânsıza yakın biçimde zordur. Bunun yerine “hayır yapmadı”, “başkaları da yapmıştı”, “Türkiye’de herkes yapıyor”, “biz böyle yaptığımız için değil birileri bize düşman olduğu için bize karşılar” diyerek zihinsel çelişkiyi ortadan kaldırır. Bu gerekçeleri ne kadar yüksek sesle ve sık tekrar ederse, kendisi de o kadar çok inanır.

Yukarıda anlatılan Festinger deneyinde tarikat üyeleri, liderlerinin UFO’ların geleceğini ve işgalin başlayacağını söylediğinin gerçekleşmemesi durumunda kendilerine sunulan gerekçeye sarılmışlardır. Şu sırada Netflix’te gösterilen “İtaatkâr Çocuklar” (Keep Sweet, Pray and Obey) belgeseli insanların iradelerini gönüllü olarak başkalarına terk etmelerinin çok etkili bir örneğidir.

Sonuç

İnsanlar önemli bir konuda karar verirken mantıki gerekçelerle değil, temelini yukarıda sıraladığımız üç sorudan alan kimlikleriyle ilgili karar verirler. Bu süreçte mantıklı bir akış, fayda ve maliyet hesabı yoktur. Kimlik sadece sanıldığı gibi ırk, milliyet, din ile sınırlı değildir. İyi anne-baba kimliği, iyi taraftarlık kimliği, iyi Müslümanlık kimliği, iyi Atatürkçülük kimliği, çağdaş insan olma kimliği gibi farklı alanlarda da karar süreçlerinde belirleyicidir. Bu nedenle bir insanın kimliğini ihlal eden değişim çabaları başarısız olur.

Türkiye’de yaşanan politik gerilim bu bilgiler çerçevesinde incelendiğinde, sağırlar diyaloğunun nedeninin anlaşılması daha kolay olacaktır. Böylece de, oluşturulacak stratejilerin ve gelecekle ilgili beklentilerin daha gerçekçi temellere dayanması mümkün kılınacaktır.

Kaynaklar:

Festinger, L., Riecken, H. W., & Schachter, S. (1956). When prophecy fails.
Festinger, L. (1962). Cognitive dissonance. Scientific American, 207.
Harmon-Jones, E. (2002). A cognitive dissonance theory perspective on persuasion. The persuasion handbook: Developments in theory and practice, 99-116.

*Bu yazı Sayın Acar Baltaş tarafından yazılmış olup kendi ismini taşıyan blog sitesinde yayınlanmıştır.

About The Author

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.