Cenazeme bile gelme!
Hedefine ulaşamayan hırsın, muhatabını bulamayan öfkenin, bilenmiş bir bıçak gibi saldırısı.
O bıçağın muhatabın kalbini dağlaması arzusu…
Ölümle bile geçmeyecek bir hınç.
Ve belki de hiç değilse ölüm ihtimalinin karşıdakinin yüreğinde bir çiçek açtırması isteği…
Cenazeme bile gelme!
Bu söz aslında der ki:
Gelme ölümüme, çünkü hayattayken çözemedim seninle meselemi… Çünkü ne huzura vardı seninle yolum, ne mutluluğa. Çıkarlarımız çarpıştı belki. Dirimde yanımda değilsin, acımda yanımda değilsin, seninle uzlaşmıyor dilimiz ve dinlemiyor birbirini kalbimiz. Ruhlarımız uzak birbirinden. Yaşamayı beceremedik beraber, insanca, insan onuruna yaraşır bir muhabbeti başlayıp bitiremedik belki, akşam alacasında içtenlikli sözler sarf edemedik birbirimize.
Bel ki bir dostun ihaneti, belki bir ilişkide sevginin tükenip bitmesi sevdiceğin gitmesi, belki kanından birileri ile yolların ayrılması ve bel ki ve en ilkeli miras kavgası… Sonra bu söz dökülüverir aniden, tartışma havada asılı kalır, olgunluğa yaraşmayacak bir cümle çarpar duvarlara, bir daha onarmanın mümkün olmadığını anlatmak ister insanlara; sakın ha sakın,
Cenazeme bile gelme!
Bu cümlede yaşama dair bir ümit, barışa dair bir teselli, vuslata dair bir ışık yoktur. Bu cümlede atılan toprağın altında kalır bütün ümitler ve insana yaraşır bütün hassasiyetler. Önce umudunu gömer insan, nefretin tohumunu eker ve nefret meyve vermez insana, çürütür toprağı ve kötü bir koku sarar etrafı.
Bu ümitsizliğe bir cevap verdi dünya, bu nefrete karşı bir uyarı geldi göklerden, bu cümlenin üstünü çizdi evren.
Bu virüs, bu pandemi dedi ki, birbirinizin cenazesine gitmeyeceksiniz. Son söz indi göklerden, son yasak geldi cenazelere ve anlamını sildi kendinden önce söylenmiş nefret yüklü bütün kişisel yasaklamaların, cenazeme gelmelerin.
Şaşırdı insanoğlu, birbirini teselli edemeyecek, haksızlık ettiğinin mezar başında gidip vicdanını rahatlatamayacak. Kalakaldı, şaşakaldı, en nihayet büyük bir kaya parçası gibi yuvarlandı söylediği söz, ettiği büyük lafın altında kaldı.
Cenazeme bile gelme deme, çokta önemseme cenazeni, çokta büyütme gözünde ölüm törenini. Hava soğuksa eğer, insanlar bir an önce eve dönmeyi ister cenazelerden, yanındakine seninle ilgisi olmayan şeylerde söyler. Birkaç anın anlatılır belki… Sonra dönüp daha helvan kavrulurken, akşam ne yiyeceğinin derdine düşer insanlar. Biraz hayatın kısalığından bahseder birileri, ne çabuk geçti zaman, nasıl oldu bu iş diye biraz muhabbet… Ve sonra acını gerçekten kim yaşayacaksa onun içinde biter tortu hüzün kalır, herkes çekilir hayatına.
Bu yüzden ey insan, kendine dön ve bak, tek başınasın tek başına. Öyle büyük laflar etme içine nefret doldurarak. De ki cenazeme bile gelme yerine, bir akşam çaya gel, sakince konuşalım, anlaşırız belki, belki bir çözüm oluruz birbirimize, beki bir panzehir olur muhabbetimiz içimizdeki zehre. Belki güzel şeyler konuşursak yok olup gider içimizdeki ağrı. Belki yeniden sevebiliriz birbirimizi.
Deme, cenazeme bile gelme deme.
Cenazene bile gelmese, ölümünü bile görmese, değişmez hayatınızda bir şey, eksilmez birinizin ömründen diğerinizin ölümünden hiçbir şey.
Deme böyle nefret yüklü bir cümle.
Ve lütfen ölümünü çokta önemseme.
Yaşarken veremediğin ıstırabı ölürken vereceğim zannetme.
Dahası, ıstırap vermeye yeltenme.
Biliyorsun göklerden tokat gibi indi bu cümle…
Herkes yalnız yürüyor son yolunda, geride kalıyor nefret ve öfke.
Sakinleş ve gel beni dinle, boş yere bu cümleyi sarf etme.
Yalnız gitmek kuraldır, cenazeme sevdiklerim katılsın demek haktır elbette ama şu canım yaşamı nefretin, kinin, hırsın kanlı bıçağıyla bileme.