Hayat bize bahşedilen en büyük nimet, en değerli emanet ve şerefle bitirilmesi gereken en büyük değerdir. Hayatımız su gibi akıp gidiyor. Annemizden doğduğumuz andan itibaren hızla dünya hayatımızın sonu olan ölüme koşuyoruz. Her gün bize 24 altın hediye edilir ve bu hediyelerin toplamı ömrümüzü oluşturur. Her gün hayat inşaatımıza konmuş bir tuğladır. Çocukluk, yaşlılık gibi enerjinin yetmediği dönemler çıkarılırsa, güçlü ve sağlıklı yaşam çok daha kısa bir zaman aralığıdır. İnsanın, ölümü tatmayan canlının olmadığını da dikkate alırsak, o çok kısa ömre çok şey sığdırma eğilimini de anlayışla karşılamamız gerekir. Dolayısıyla bu değerimizi doğru anlamalı, anlamlandırmalı ve ona vermemiz gereken gerçek değerinin ve sorumluluğumuzun farkında olmalıyız.
Her birimiz hayatın acemileriyiz, pek çok acemi insanlık hallerimiz var, hayatın provası yok.
Bazen bu telaşenin içerisinde pek çok güzel değerleri fark edemiyoruz. Keşkeleri biriktiriyor, sırtımızdaki heybede ağırlık yapıyoruz. Görselliğin arttığı, teknolojinin ve detayların arttığı günümüzde durup düşünmeye, sakinleşme, hayatı anlamaya, anlamlandırmaya pek vaktimiz olmuyor. Hayat dediğin geçip gidiyor, yaş dediğin durmuyor yerinde ve hayat bitiyor. Beklemiyor her şey tam olsun, duraklamaları oynatmıyor, bitti mi bitiyor.
Hayat, kemale erme yolculuğudur, serüvenidir. Hepimizin daha iyi bir versiyonumuzu geliştirmemiz için bir süreçtir. “İki gününü eşit olan ziyandadır” anlayışına sahibiz. Yol yorgunluğuna düşmeden bu süreci tamamlamak görevimiz..
Hepimiz yolcuyuz…
Bir gencimiz hayatı daha iyi tanıyabilmek ve anlamayabilmek için sırt çantasını alarak dünyayı dolaşmaya karar veriyor. Bu genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gider. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sorar:
“Neden hiç eşyanız yok? Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz, Onlar nerede?”
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sorar gezgin gence;
“Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum” dedi. “Peki, senin eşyaların nerede?”
Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtlar bu soruyu:
“Ama görüyorsunuz, Ben yolcuyum.” Ünlü bilge, hak verircesine güldü: “Ben de öyle, yavrum” dedi. “Ben de öyle.”
Hayat doğum ile ölüm arasındaki sokağın ismidir. Hepimiz doğduğumuz andan itibaren bu hayat yolunda, insanlık macerasında, imtihan yurdunda, büyük buluşmaya, ebedi hayata yol alan yolcularız.
Peki hayat denen şey nedir? Hayatı nasıl doğru olarak anlayabiliriz? Nasıl anlamlandırabiliriz? Nasıl çırak, kalfa aşamalarını geçip usta seviyesinde bir yaşam yolculuğunu sürdürebiliriz?
Hayat bir savaş mıdır, bir rekabet alanımıdır, bir kavga mıdır? Bu kargaşa içerisinde sükunet içerisinde yol alabilmek midir? Yoksa herkesin saygı/sevgi içerisinde doğaya uyarak, doğal olarak yaşanması ve vakti gelince de terk-i dünya eylenmesi gereken bir durak mıdır?
Hayata nereden bakıyoruz? Cama bakan camdaki kiri gördüğü gibi hayata hep cama bakar gibi bakıp olumsuzlukları mı görüyoruz? Toptancılık yapıp hayatın tamamını kötü mü görüyoruz acaba? Hiç mutlu olacağımız, kıymetini bileceğimiz, şükredeceğimiz bir şey yok mu bizim hayatımızda?
Nereye gidiyoruz? Gideceğimiz yere yol hazırlığı olarak neler yapmalıyız? Dünyada olduğumuz halde dünyaya teslim olmadan nasıl yaşayabiliriz?
Bir işadamı olarak hedefimiz nedir? Bu hedefimiz içinde toplumsal fayda ve hayır işleri ne kadar yer alıyor? Yaptığımız işin cüzdanımızı kabarttığı ölçüde vicdanımızı, ruhumuzu ve gönlümüzü de rahatlatabiliyor mu? Mutlu edebiliyor mu bizi? Hisse senetlerimizin değerini, paramızın, fabrikalarımızın, karlarımızın miktarını artırmak bizi mutlu edecek mi? Yoksa maddi değerler yanında, hissi senetlerimizin artırılmasına, karşılıksız yaptığımız hayır işlerine, topluma dokunduğumuz sosyal sorumluluk projelerine ne kadar yer vermeliyiz hayatımızda? İş adamı olarak “Zenginler Listesi, İlk 500 ler, ilk 1000’ler” yanında “Gönlü Zenginler Listesi” ne girebilmeyi de önemseyebiliyor muyuz?
Hayatın içerisine, ilişkilerimize, ürünlerimize, hizmetlerimize “bir tutam sevgi” ve “elimizin lezzetini” katabiliyor muyuz?Hayatın ancak sevgi katınca, sevdiklerimizin yanında ve paylaşınca güzel olacağının erdemine varabildik mi acaba? Hayatı tatlandırma gayreti ile dilimize gül mü koyuyoruz mu, yoksa hiç önemsemeyip egomuzun yönlendirdiği şekilde zehirli oklar mı saçıyoruz etrafımıza?
Sevdiklerimiz olmaz ise, dostlarımız bulunmaz ise hayatın ne anlamı kalır ki? Hayatımıza hayat katanlar olmaz ise ne anlamı kalacak hayatın? Demek ki, dostlarımızın, hayatımıza hayat katanların, ölümün kıymetini bileceğimiz ki hayatımız daha değerli hale gelsin.
Bu soruların her birisi; hayatın üzerinde detaylıca durulması ve hayatı anlamak/ anlamlandırmak için üzerinde çalışılmasını ve iyi mesai yapılmasını hak ettiğini gösteriyor. Doğru sorular, doğruya yönelmenin, çözümün anahtarıdır. Doğru sorular sorarak zihnimizi olumluya programlayabilir, samimi niyetimizi ortaya koyarak, daha mutlu ve huzurlu olmanın kapılarını aralayabiliriz.
Hayata 360 derece bütünleşik bakmak ne güzeldir. Hayata bütün olarak bakmayınca onu anlayamıyoruz. Sadece iş, sadece sosyal hayat, sadece dünya gözüyle baktığımızda onu kavramamız mümkün gözükmüyor. Çünkü hayatı peynir dilimler gibi parçalara ayırmak mümkün değildir. O ancak bütün olduğunda bir değer ifade etmektedir. Ezelden ruhlar aleminden gelip, kabir alemine ve ebediyete uzanan uzun yolculuğa, hayata 360 derece bakmak, onu daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Aksi takdirde yarım kalıyor, resmi bütün olarak göremiyoruz.Sanki buzlu camdan, nemli gözlük camından bakıyor gibi baktığımızı net göremiyoruz.
Hayat aslında kitaplar gibi, kapaklarına, yüzeyine, cildine bakıp bazen aldanabiliyoruz. Asıl değerini, onu okumaya başlayınca anlıyoruz. Etiketine olmaması gereken değerleri işaretliyoruz. Her birimizin olaylara, hayata yapıştırdığı etiketler birbirinen çok farklı.. Birimize sıradan gelen bir şey bir diğerimizi bitişin habercisi olabiliyor.
Bir düşünürün dediği gibi de “Hayat aslında bir halının dokunuşu gibidir. Desen bellidir gerçekte ama sen göremezsin tamamını. Her an bu deseni oluşturmak için yeni bir ilmek atarsın hayata ve ilmek ilmek dokursun yaşamını. Ömür tamama erdiğinde de halının tamamı dokunmuş olur. İşte o an ortaya çıkmış olur bütün desen, doğrusuyla, hatalarıyla”
Bazılarıda hayat, bir fincan kahve gibidir derler. Bazen acı, bazen tatlı olur. Önemli olan kahvenin tadı değil, onu kiminle birlikte içtiğinizdir derler. Bazende hayatın özü olan kahveye ulaşmak isterken fincanda takılır kalırız. Fincanın güzelliği bizi aldatır. Kahveyi unuttuğumuz gibi bazende dünyaya takılıp ebedi hayatı unuturuz. “Kısa bir ömürde, az bir lezzet için ebedi, daimi hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek ehl-i aklın karı değil.”Dünya malı gökkuşağı gibidir, uzaktan güzel gözükür ama, kimseye yar olmaz.
Başkalarıda deniz gibidir hayat der, bazen dalgalanır, bazen durulur. Kimi durmadan yüzer, kimi yorulur, kimilerini uzaklara götürür, kimilerini bir yerde bırakır, kimileri kara vurur…Kimileri menzile ulaşır, kimileri yolda, takılır kalır…
Hayat, diğer bakışla da çatlak bardaktaki suya benzer. İçsen de tükenir, içmesende. Bu yüzden hayattan tat almaya bakmalıyız, çünkü yaşasak da bitecek yaşamasak da..Dolayısıyla zamanımızın her anını güzel ve faydalı anlar ve anılarla geçirmek dakikaları, günleri, hayatı daha anlamlı hale getirecektir.
Dolayısıyla hayatın çaylakları, acemileri olarak hayatı anlamakta, anlamlandırmakta pek çok hatalar yapıyoruz. Pek çok zaman keşkeler, “bugünkü aklım olsaydı” birikip duruyor hayatımızda.
Dolayısıyla hayatı ustaca anlayabilmiş, anlamlandırabilmiş, yaşayabilmiş hayatlara bakıp hayatımıza yeniden bir çeki düzen vermek, onu yeniden inşa etmek durumundayız. Topraklarımızda, kültürümüzde bunu becerebilmiş o kadar çok gönül mimarımız, ecdadımız var ki…Yeter ki samimi arayışımızı sürdürelim. Mehmet Gündem beyin dediği gibi “Ümitsizlik yok, yola giren er-geç yürümesini öğrenir. Yeter ki insanın hakikati arayışı bitmesin.”
Hayat, ölüm düşüncesiyle anlam kazanır. Dünya, ahirete bitişiktir. Ölüm, çoğumuzun düşünmek bile istemediği ve pek çok nedenle unutmayı seçtiği bir gerçek. Ne var ki, ölümle yaşamak, sanılanın aksine sadece ahreti değil hayatı da anlamlı kılıyor. Dünya hayatımızın merkezine ahreti, hakkı ve hakikatleri yerleştirmek, maddi bağlardan ve bağımlılıklardan kurtulmak önemli. İnancımıza göre asıl hayat ölümle başlıyor.
İnsan dünyaya hak ettiği kadar değer verse, lâyık olduğu kadar onu sevse, mana ve mahiyetini bilse, ne sahip olduklarına bu kadar sevinir, ne kaybettiklerine böyle üzülür. Dünyanın hiçbir halini kendisine dert etmez. Nimetlerini şükürle karşılar, külfetlerine sabırla tahammül eder.
Uzun yaşamanın sırrı gönüllerde yaşamaktır. Bu iş maddi imkan, para-pul, şan-şöhret ile mümkün değildir. Gönüllerde yaşayanların çoğu dünya zengini ve şöhret sahibi değildir. Ama dikkat edilirse, dünyaya sığmayan kralların isimleri bile unutulmuş, kalplerde taht kuranlar ise yaşıyor ve yaşamaya devam edecekler. Dünyamızın geçiciliğini kavrayıp, ruhunu inançlara yükseltip, gönlünü faziletlerle donatanlar ne güzel insanlardır.
Dünyayı anlama ve yorumlama şeklimiz hayatımızın inşa şeklini belirler. Kişilerin mutlu olması hayatlarını anlamlandırmaları ile mümkündür. Hayata değerini ancak onu iyi anlar ve anlamlandırabilirsek verebiliriz. Önemli olan çok yaşamak değil anlamlı yaşamaktır. Sağlıklı yaşlanmak ve bilgeliğe yol almak, geride güzel şeyler bırakabilmektir. Ve ömrümüzün son demlerinde bile hayata gülümseyebilmektir.
Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. Hayatın ulvi bir gayesi olmalıdır. Her ne olursa olsun bizim ona vereceğimiz anlam ile anlamlanır hayat. Bizim ona vuracağımız etikete göre değerlenir veya değersizleşir. İnsanın olduğu hiçbir şey tek boyutlu olmuyor. Hayatı bütün boyutlarıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmalıyız.
Değerlerimizle yaşayalım, değerlerimizi yaşatalım. Hayatı kendi değerlerimize göre yaşamazsak, başkalarının beklentilerine göre yaşarız ve yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. O hayata da “benim hayatım” diyemeyiz. Kendimizi yeniden doğuracak olan biziz, öğrenerek, yaşayarak, anlatarak. Yaşamak bir deneyim sürecidir.
Aslıda bir ölçüde yaşam ellerimizde, yoğrulup şekillendirilmek için bizi, sizi bekliyor. Bırakın geçmişi, dünü, kırgınlıkları, üzüntüleri, mutsuzlukları, yanlışları… Dün geçti gitti canca gazim bu gün yeni bir şeyler söylemek lazım demiyor mu gönül mimarı Hz. Mevlana(ks). Haydi, şu andan itibaren başlayalım. Bugün bundan sonraki hayatımızın aslında ilk günü. Bu günü ne kadar hoş geçirirsek umulur ki bundan sonraki günlerimiz de o şekilde hoş geçecektir. Güne doğmakla Yaradanımız tarafından bize hediye edilen her günkü 24 altınımızı hoş şekilde, gönül kırmadan, sevgi dolu olarak kullanalım. Hayat zincirimizin her günkü halkasını düzgün bir şekilde tamamlamış olalım.
Hayatımızda sevgiye, muhabbete, ilgiye, ilgilenmeye daha çok yer verelim. Pozitif enerjimizi, pozitif bakışımızı hiç eksik etmeyelim. Şikayeti bir kenara bırakalım. Değiştirebileceğim küçük şeylerden başlayarak harekete geçelim. Değiştiremeyeceğim konular üzerinde çok da durmayalım. Enerjimizi değiştirebileceklerimize tahsis edelim. “Allah’ım bana değiştirebileceklerimi değiştirme konusunda güç, değiştiremeyeceklerimi kabullenme konusunda sabır ve her ikisini birbirinden ayırabilecek akıl ve şuur ver” şeklindeki duayı sık sık hatırlayalım. Hayatımızın bir parçası haline getirelim ve içselleştirelim. Kadere rıza göstermeyi, tenkit etmemeyi ve ilahi icraatı sorgulamamayı öğrenelim.
Kalp kırmadan, gönül incitmeden, fani dünyadan hoş bir seda bırakarak Hakka yürümek ne kadar gerekli ve ne kadar mutluluk vericidir. Tüm dünya varlığı bir damla gözyaşına değmez. Gönül kırmak Allah’ı gücendirir. Yoktur onu yapacak usta. Mazlumu inciten Hakk’ı incitmiş olur. Dünyada yürekleri sızlatmadan, gönülleri mahzun etmeden yol alalım, yürüyelim. Hayatımızı yeniden, yeni değerler üzerine inşa edelim. Gelin hep birlikte, paylaşarak, kolaylaştırarak, kardeşçe yaşamayı, birbirimizi bütünlemeyi öğrenerek yaşayalım hayatı. Bilelim hayatımıza hayat katanların kadrini kıymetini. İki kapılı bir handa gidiyorken gündüz gece bir iz de biz bırakalım arkamızda…
Hayatınız güzelliklerle, umutlarla, ümitlerle hayat ve anlam bulsun. Su gibi duru, su gibi coşkulu ve su gibi aziz olunuz…
Recep Ali Topçu | Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A.Ş. | Yön.Kur.Bşk.