Hayatın anlamı nedir? Bu, kişinin bakış açısına göre değişebilen bir olgudur. Aynı zamanda kendisine belirlediği nihai hedef ile doğru orantılıdır. Kimisine göre nihai bir hedef yoktur. Bu düşünceye sahip olanlar tarafından kaderci bir yaklaşım sergilenir ve hayatın getirdiğine razı olarak günü birlik yaşanır. Kimisine göre ise fizikten nobel ödülü almak veya şirketini ilk 500 arasına sokmak bu kapsamda düşünülebilir. İlkine tabi olan kişilere baktığımızda hayatın farklı kısımlarının birbiriyle uyumlu olduğunu kabul eder ve iradenin tek olduğuna (yaradana ait) kanaatle, kendisi ne yaparsa yapsın sonucun değişmeyeceğine ikna olmuştur. İkinci görüşe sahip olanlar ise hayatı, kaderi farklı yorumlayarak yaradanın insanı kendi özgür iradesini kullanarak doğruyu bulması, sınanması için dünyaya gönderdiğini kabul edebileceği gibi daha seküler bir bakış açısı ile kendi iradesinin yaşadıklarının müsebbibi olduğu düşüncesiyle sorumluluğunu alma eğilimi de sergileyebilir.
Hayatın anlamı amaçtır. Çoğu kişi amacın ne olduğunu bilmeden kendisini koyverir ve hayat nereye götürürse oraya sürüklenir. Bu tarz insanlar genelde çok dolu (donanımlı) olmadıkları için kendilerini başkalarının iradelerine teslim edebildikleri gibi inanç sistemi ve ritüeller konusunda çok hevesli olmamaları halinde ise kendilerine bir yada daha çok ikon bularak hayatlarını onu ve benzerlerini takip etmeyle başkalarının hayatına özenme durumunda geçirir. Hayatını bir amaç uğruna yaşayanlar daha tatmin edici neticeler alsa da aslolan hayatın içinde küçük hedefler belirleyebilme ve bunun uğruna zamanını kullanarak yaptığı işe yoğunlaşabilmektir. Akış deneyimi denilen şey işte tam olarak da budur. Bazı kültürler, özelliklede doğu kültürlerinde bu konuda belirli bir yaklaşım oluşmuştur. Modern insanın yeni keşfettiği Japon kültürü ikigai ve Hindistan orijinli yoga vb. Bunlara örnek gösterilebilir. Bunlar dikkatle incelenirse yaşanan ana yoğunlaşma ile huzur, mutluluk gibi kavramları esas alan bir yaşam alışkanlığı oluşturma noktasında oldukça başarılı uygulamalar oldukları görülür.
Hayatın akışını yakalamak; anı yaşamak, yaptığın işten keyif almak ve hatta bu işle ilgilenirken zamanın bile farkına varamayacak şekilde konsantre olmayı gerektirir. Bunu yaşam alışkanlığı haline getirebilmiş kişiler akış deneyimini hayatlarında sürekli yaşayarak mutluluğu ve başarıyı yakalayabilirler. Bunu yapabilmek insanın kendini bilmesini, tanımasını, hayatın anlamını, amaçlarını, hedeflerini belirlemiş olmasını gerektirir. Hatta hayatın her anında kendine yaşam içinde ufak hedefler belirleyerek buna ulaşmak için o işte yoğunlaşması bunu yakalamasında gereken kolaylığı sağlar.
Hayatın anlamının sorgulandığı disiplin felsefedir. Felsefe, bilim ve inanç sistemleri beraber çalışarak soruların cevapları için insanlığı aydınlatmalıdır. Batı medeniyeti 15’inci yüzyıldan sonra Antik Yunan öğretileri ile tanıştırılmaları ve Zweig’ın tabiriyle İstanbul’un İslam medeniyetinin temsilcisi Osmanlı tarafından fethi ile son haç’ın düşmesi sonucu dibi görmeleri ve dinde reformist akımın başlaması ve sonucunda rönesans, reform hareketleri, devamında düşüncede reformun sonucu fransız ihtilali, özgür aklın ürettiği sanayi devrimi, bu arada henüz zihinlerde olgunlaşma tamamlanamadığından 2 dünya savaşı, savaşın sonucundaki felaket ve neticesinde milletler meclisi, dünya sağlık örgütü vb. gibi uluslar arası çabalar ve akabinde günümüze kadar sürerek endüstri 4.0’a kadar gelen yolda artarak büyüyen üstel bir gelişim. Diğer yandan 15’inci yüzyılda kendini dünyanın merkezinde gören imparatorlukların yaptıkları zirveden aşağıya inişleri. Önce kendilerini yanlızlaştırmaları ve kibire kapılmaları sonrasında ise gelişimi reddederek güncellemeden uzak kalmaları sonucu zaman grafiğinde dibi görmeleri ve ilk dünya savaşı sonrası yok olma ile yüz yüze gelmeleri. Geç de olsa dünyaya entegre olma çabaları ve insanlık tarihinde önemli bir yer işgal eden devlet geleneği ile yetiştirilen güçlü bir nesil, içlerinden çıkan dünya çapında önemli bir deha ile bu süreçten yeniden bir doğuşla, zümrüdü anka kuşu efsanesi misali küllerinden doğmaları. Yaşanan kısaca budur ve durumu anlamak, muhakeme edebilmek için ön koşuldur.
İnsanlığın inkışafı için bilim ile beraber felsefenin ve insanların inanç sistemlerinin beraber gelişmesi gerekmektedir. Unutmayınız ki değişmeyen tek şey değişimdir. Değişim gelişimi beraberinde getirir. Değişimin günümüzde daha sempatik bir karşılığı olarak güncelleme tabirini kullanabiliriz. Güncelleme olmadan hayatta kalabilmek mümkün gözükmemektedir. Güncelleme derken temel esasları bünyesinde muhafaza ederken gelişen durumlara karşılık verebilecek birtakım özellikleri geliştirmek konsepti kabul edilebilir.
Nasıl ki cep telefonunuza gelen güncellemeleri yüklemediğinizde telefonunuzdaki aplikasyonlar çalışmazsa hayatta gereken güncellemelerin yapılmaması halinde oyun dışı kalırsınız. Peki bu güncellemeler nasıl yapılır? Tabiki zihni canlı tutarak. Zihni canlı tutmanın yolu kutsal kitabın söylediği gibi “oku”makla olur. Okumak derken kastedilen sadece kitap okumak değil eğitime hayat boyu devam etmektir. Tabiki eğitime devam etmek için de birçok kitap okumanız gerekir, yani özetle, oku!
Önümüzdeki yüzyılda çocuklarınımızn hayatlarına anlam vermeye yardımcı olarak yeni bir hedefler ve anlamlar sisteminin ortaya çıkma olasılığı var mı?
Anlamlar sistemi oluşturabilmek düşünsel açıdan belli bir seviyenin üstünde olmayı gerektirir. Körü körüne bağlanma temelli inanç sistemlerinin modern çağın insanına hitap etmesi pek olası görünmemektedir. Nesil farklılıklarından kaynaklı olarak hayata bakış açısında farklılıklar görerek buna uyumlanmaya yönelik nasıl çalışmalar yapılıyorsa, inanç sisteminde de asıl gerçeğe yönelik yaklaşımlar içerisinde olmak ve konsepti bu doğrultuda geliştirmeye çalışmak gereklidir. İlk emri oku olan bir dinin insanları hayatın anlamı konusunda nasıl yönlendirdiği son derece açıktır. Hiç düşünmezmisin diyerek insanları düşünmeye yönelten bir inanç sisteminin dogmatik yapılar içerisinde olması düşünülebilirmi? İnsanın kendi iradesini teslim ederek sürekli biat kültürü içerisinde yaşaması bu dünyada sınanmasına ne gibi katkı sağlayabilir? Nitekim cahil bile olsa koşulsuz biat edilen şahısların aldığı kararlar ile hareket edenlerin sonları pek parlak değildir.
İnsanlar bir cemiyet içerisinde olmayı ister çünkü mutlu bir yaşam için en önemli özellik olduğu halde, yaşadığımız dünyanın çok daha az sunabildiği ve vaat etmeye daha isteksiz olduğu güvenliği özlerler. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temel ihtiyaçların karşılanmasını mutluluk olarak değerlendirenler tarafından güvenlik ihtiyacının karşılanacağı yerler şeklinde düşünülen cemiyetler, bir lider çerçevesinde toplananların biat kültürünün gelişmesinde önemli rol oynar. Burada cemiyeti oluşturan dinamiklerinden en önemlisi inanç sistemleridir. Bunun suistimal edilmesi ihtimali son derece yüksektir. Hele de cehalet hücresinde yaşamaya varoluştaki entropi nedeniyle kendisi tarafından mahkum edilmiş insan. Hayatta kalmak için tutunacak dal araken denize düşen yılana sarılır misali davranış sergilemekte sakınca görmez. Ancak Peter Drucker’ın da dediği gibi “artık kurtuluş toplumdan gelmeyecek”’tir. Artık davayı “istekleri ve yargıları doğrultusunda oluşturmak”, o davayı kanıtlamak ve farklı davaların destekçilerine karşı savunmak, kişinin kendisine kalmaktadır. Modern çağa yapılan eleştirilerden insanın yalnızlaşması hususunda her ne kadar doğru bir tespit yapılmış olsa da yalnızlığın getireceği olumlu şeyler de vardır ve bu, akışın yakalanması ile oluşan gelişim içinde soran, sorgulayan, arayan ve bulan insanın oluşmasında gereken ortamın sağlanmasıdır. Zaman, insanlığın gelişimine sahit olurken gelişen koşullara adapte olmak ve değişmek insanın en önemli özelliği olagelmiştir. Acının çoğunun zihinlerde gerçekleşmesi gibi gelişim de zihinlerde gerçekleşmektedir. Her ne kadar gelişim göreceli olsa da üstel bir bilgi akışı olan günümüzde kendi mecrasında belli bir standart sapma dahilinde hareket edebilmektedir. Dolayısıyla yeni bir anlamlar sisteminin ortaya çıkmasında, her zaman bir umut olmasının ötesinde içsel sembolik sistemlerin insan zihninde gelişmesi ile doğal olarak gerçekleşecek olması kaçınılmazdır. Doğal seleksiyon denilen şey tam da budur. Güçlü olan hayatta kalacak güçsüz yok olacaktır. İnsanın gücü zihnindedir. Dünyayı domine edebilmesi bu gücü ile mümkün olmuştur. Nasıl ki doğada bir arslan güçlü olduğu için ceylanı yiyerek hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu besini sağlama hakkına sahip oluyorsa, İnsan da güçlü olduğu için (zeka üstünlüğü) diğer bütün canlıları kendi ihtiyaçlarında kullanma hakkına sahip olabilmektedir. Bunun etik açıdan incelenmesi farklı bir konudur. Burada bahsedilen sadece hayatın gerçekleri ve doğanın, hayatın gerçekliğidir.
Prof.Dr.Csikszentmihalyi’ye göre, böyle bir inanç sisteminin en azından bir dereceye kadar bilimin insanlık ve evren hakkında ortaya çıkardıklarına dayanması gerekir. Böyle bir temel olmadan bilincimiz inanç ve bilim arasında bölünür. Kutsal kitap her bir meseleyi bilinmeyen çağlar boyunca birçok kişinin yaşadığı deneyimlerle kodlamaya çalışır. İnsan zihninin zamana içinde gelişimiyle beraber kodlanan mesajlara yaptığı yorumlarda gelişim olması durumu normal olmakla beraber statükonun devamını arzulayanlar tarafından şiddetle reddedilmeleri de maalesef kaçınılmazdır. Gerçeği görmezden gelmek, yada yok olan imparatorlukların yaptığı gibi kendini yalnızlaştırarak kibirle gelişime kapalı olmak kendini kandırmaktan öte birşey değildir ve yok oluş için başlangıcı sağlayacak ateşleyicinin tam olarak ifadesidir. Kutsal değerler çok ciddi ve hassas konular olmakla birlikte esas anlamda asla değiştirilemeyecek nitelikte olan hususlar dışında yoruma dayalı konseptlerin oluşturulması ciddi zihinlerin beraber ortaya koyacağı önemli çalışmalarla sağlanabilir.
Hayattan zevk alabilme ve başarılı olmanın arkasında yatan sırlardan birisi de sebat etmedir. Michio Kaku tarafından uygulanan marsmelow testi bu durumu ispat eder niteliktedir. Kısaca çocuklara verilen şekerlemeyi bir süre dahilinde yemezlerse ikincinin kendilerine verileceği söylenir. Çocuklardan ikinci geleceği için ilk verileni yemeyenler arasında yapılan araştırmalarda diğerlerine göre hayatta muvaffak olma şanslarının daha fazla olduğu görülmüştür. Mutluluk, hayattan keyif almak, başarı gibi kavramlar hep beraber zikredilen ve birbirini tamamlayan kavramlardır. Bunun bilinciyle hareket eden modern insan bu kavramlara ulaşmak için çalışmalar yapmakta, enstitüler açmakta ve stratejiler geliştirmektedir. Bunun karşılığını ise maddi ve manevi olarak aldıkları istatistiksel verilerle sürekli gözler önüne serilmektedir. Bu konularda en önemli çalışmalar İskandinav ülkeleri başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve Japonya’da yapılmaktadır. Mutluluk endeksi oluşturularak verilerin analizleri ile oluşturulan sıralamada sadece bir basamak yukarı çıkabilmek adına ülkeler ciddi yatırımlar yapabilmektedir.
Bilgiye ulaşımın kolaylaştığı zamanımızda çağımızın eğilimleri ve işledikleri sratejileri öğrenen gençliğin bu hususlarda geri kalmamak için gerekli gayreti gösterecekleri aşikardır. Öte yandan kendilerine dayatılan eğitim sisteminin, devletin siyasallaşan bürokrasisi içerisinde çağın gerekliliklerine karşılık verememesi gerçeğinin idraki ve çağdaşları ile yapılan kıyaslamalar içinde hak ettikleri başarıyı bulamamış olmanın verdiği olumsuz düşünce yapısıyla geçliğin, küreselleşerek küçülen dünya köyü içerisinde başka arayışlara girerek farklı pozisyonlar alması çok doğaldır. Ülkeler için umudun gençlik olduğu realitesi sistemin sağlam olduğu gelişmiş ülkeleri parlak zekaları kendi ülkelerine devşirme konusunda teşvik etmektedir. Zira ortalama olarak üstün zekalı insanların oranı bir ülkede yüzde üçü beşi geçmemektedir. Bu önemli sermayesini yitiren ülkelerde gelecekten umutlu olmak çok büyük bir iyimserliktir. Gençlik içerisinde yeterliliğe ulaşacak zeka seviyesine gelerek kendisine başka bir yerde pozisyon alamayacak olanlarda ise baskılar nedeniyle gerek din anlayışında gerekse hayata bakış hususunda menfi gelişmeler olması üzücü olmakla beraber inkar edildiğinde daha da kötüleşecek bir gerçekliktir.
İnsanın bilgiye kolay ulaşabildiği günümüzde teknolojinin sağladığı imkanlar sayesinde iyi olanın mutlaka hak ettiği yerde olacağı açıktır. Ancak sınırların sorgulandığı ve dünya vatandaşlığı kavramının geliştiği günümüzde ülkelerin varlıklarını sürdürebilmeleri için doğru politikalar geliştirmeleri gereği her zamankinden fazladır. İnsanın mutlu olması ve başarılı olması genel için bir şey ifade etmez. Bunun organize edilerek bütün için fayda sağlayacak bir değere dönüştürülmesi ülkeler için son derece önemlidir. İnsanlığın zihin gelişimi içerisinde oluşan sistemlerin zamanlarını doldurmaları ile yerlerini yenilerine bırakmaları gibi ulus devlet anlayışının evrilerek farklı bir hal alması da olasıdır. Bugün büyük firmaların yıllık gelirleri gelişmekte olan ülkelerin milli gelirlerinin üstüne çıkmıştır. Sermayenin dolaşımı dünyanın temel dinamiklerini etkileyen en önemli etken olarak karşımıza çıkmakta olup herşeyin değerinin parayla ölçüldüğü yeni bir dünya düzenine doğru gidiş vardır. Kendi ülkesinin bekası için çılgın projeler geliştirerek ari ırk oluşturmaya çalışanların uyguladıkları zalimliğe gerek kalmadan üstün zekalıları kendi kurdukları sistem içine almak için gerekli koşulları sağlayarak insanın üstünlüğünün zekası olduğu bilinciyle ari vatandaşların oluşturduğu bir ülke oluşturmak gelişmiş olan ve üreme yeteneği kısıtlı toplumların oluşturduğu sistemlerle mümkün olmaktadır. Öte yandan bu beceriyi gösteremeyecek nitelikteki ülkelerde her koyun kendi bacağından asılır mantığının güçlendiği, gemisini yürüten kaptanların sayısının her geçen gün arttığı, şark kurnazlıklarıyla kendileri için memleketin yüksek menfaatlerini yok edebilecek bir ahlak içerisindeyken insanları cahil bırakarak hamasi söylemler ve medya ile kendilerini ve yozlaşmış ahlak anlayışını kamufle etmeleri mümkün olmaktadır. Bunun sonucunda ise güçlü olan ülkelerin karşısında kendi kaynaklarının kullanım hakkını bile koruyamayacak nitelikte doğal seleksiyonun gereği olarak kaybetmeye mahkum olarak sefalete sürükleneceklerdir.
Bu yüzden unutmamalıyız ki; dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, en hakiki mürşit (kılavuz) bilimdir, fendir. Doğa, gereken iradeyi, çabayı göstermeyenler için doğal seleksiyon gereği menfi sonlar hazırlar. Yüce yaradan insana düşünmeyi, okumayı ve doğruyu bulmayı, telkin eder. Elçileri vasıtasıyla doğru yoldan çıkanları doğru yola davet eder. Davete icabet etmeyenleri ise çok kötü bir son bekler. Öyleyse medeniyet sancağını en yükseklere çıkararak insanlık tarihinin değiştiği o yüzyılda olduğu gibi çağdaşlarının arasında en çok çalışan, ve kendini geliştirmek için sürekli öğrenmeyi düstur edinen modern çağın insanı olarak OKU!