Bir mutfak araç gereçleri mağazasında alışveriş yapıyorum yakın bir zamanda, yeni bir markanın son dönemde ürettiği emaye, rengarenk tencereler ve çaydanlıklar var. Mavi çaydanlığın önünde duruyorum, bakıyorum, bakıyorum, uzun uzun… O uzun dakikalarda artık orada o mağazada eğilim. Zamanda bir yolculukta, geçmişe bir seyrü sefada, çocukluğuma, eski günlere, anne babamın yanına, kardeşlerime, beş kişilik evimizin korunaklı duvarlarının arasına sığınıyorum bir anda.
Salondayız, masamız hazır, annem patates kızartmış kocaman bir tepsiyle, babam ıspanaklı börek yapmış, hepimiz bayılıyoruz buna. Televizyonda uçan kaz ya da heidi seyrediyoruz. Pazarsa günlerden mutlaka Pazar sinemasını. Gülüşüyoruz, patatesleri kardeşim üçer beşer götürüyor, korkuyor bitireceğimizden, oysa öyle çok ki. Babam ekmeğimize margarin ve reçel sürüyor, o dönem tereyağı yemeyi bırakmış ülkem, Rama adlı margarin bize çok lezzetli geliyor. Üstünde çilek reçeli… Oh! Keyfimize diyecek yok. Hepimiz bir aradayız, sobanın üstünde mavi emaye çaydanlık, lıkır lıkır kaynıyor. Sıcaklık salonumuzdan evimize, evimizden dışarıya yayılıyor. Dışarda kar var, lapa lapa yağıyor. Kahvaltıdan sonra annem bizi uzay mekiğine binercesine sarıp sarmalayıp yollayacak dışarı, bütün komşu çocukları evlerimizden işçi arılar gibi fırlayıp buluşacağız sokakta. Ellerimiz kardan kızarıncaya, yorulup bitkin düşünceye dek oynayacağız sokaklarda, Sokaklar bizim evimiz o zamanlarda… Sonradan bizim kuşağın şanslı dönemi bittikten, sokakta çocuk sesleri yitip gittikten, sokaklar sahipsiz kaldığı günlerden çok önce… Yani bir masal gibi… Bir varmış bir yokmuş gibi…
Akşam eve geleceğiz, yemeğimiz hazır, mavi emaye çaydanlıkta ıhlamur kaynatıyor olacak annem, mis gibi ıhlamur kokusu, mandalina kokusu huzurun kokusu sarmış olacak her yeri… Babam hafta sonları resim çizme dersi yaptıracak bize bir saat, bir türlü adam akıllı çizemeyeceğim bir resmi. Oysa kardeşim nasılda mahir yapıyor olacak. Ben de bir kar manzarası çizeceğim, avlusu olan bir ev, bahçesinde bir ağaç, kış manzarasıysa kar yağacak, baharsa güneş… bütün eğitim hayatım boyunca resim derslerinde aynı resmi çizerek geçeceğim o eşiği. Hiçbir zaman güzel bir resim çizemeyeceğim ama her zaman hayran olacağım güzel tablolara. Ressam Bob’u hep beraber izliyoruz çünkü, annem babam, kardeşlerim… Onun çizdiği mutlu bir aile gibiyiz, diyor ki şimdi şuraya şaşkınlıkla beni izleyen üç sarışın kız çocuk, anne ve baba çizelim. Bakın ne güzel, çok basit aslında, şurada bir soba olsun ve üstünde kaynayan bir çaydanlık, çaydanlık mavi olsun. Ne güzel değil mi? Onun yaptığı mutluluk tabloları gibi olduğumuzu zamanın ötesinden baktığımda daha iyi anlıyorum şimdi. Hikmet şimşek yönetiminde Pazar konserini mutlaka dinliyoruz, babamın bize verdiği ödev bu. Konser bitmeden sokağa çıkmamız yasak, çok sıkılıyoruz o zamanlar, bitirmesini dört gözle bekliyoruz. Şimdiyse ekranlardan bizi böylesine beslemiş olan insanları saygı ve rahmetle anmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.
Geçmişin güzel anılarından alıyorum bir an gözerimi, kasada bir hanım mavi emaye çaydanlığı almış, diyor ki kırmızısı da çok güzeldi ama maviyi almak istedim nedense. Kasadaki beyefendi de cevap veriyor, diğer renkleri de çok güzel ama mavisi geldiği gibi bitiyor ben de anlamadım. Ben anladım, diyorum gülümseyerek, hepimiz çocukluğumuzu alıyoruz mavi emaye çaydanlıkta. Evimizi, yuvamızı, mis gibi ıhlamur kokusunu, huzurlu sofraları, susam sokağını, Pazar sinemasını, ressam Bob’ı , Ispanaklı böreği, patates kızartmasını. Mavi emaye çaydanlıktan bardağımıza akan kıpkırmızı çayı, çocukluğun huzurunu alıyoruz hepimiz. Bu yüzden çabuk bitiyor elinizde, o yüzden kalmıyor malzemeniz. Evet diyorlar ikisi de ben konuşurken onlarda dönüyorlar kendi çocukluklarının tasasız günlerine. Dalıp giden gözlerinden görüyorum, ben konuşurken orada değiller bir süre, bir kahvaltı sofrasında, anne evine dönüyorlar, fonda benim sesim, bir varmış bir yokmuş diyorum o sırada…
Şimdi evimde yine huzurlu anlarda kaynıyor mavi emaye çaydanlığım. Emaye sağlığa zararlı diyorlar birileri ama ben nefis çaylar içiyorum onunla, çocukluğumu yanıma alıyorum. Olsun varsın diyorum, bilmem neye zarar veriyor ama onun fokurtusu, beni uzaklara götürüyor, kalbime, yüreğime ruhuma iyi geliyor nefis bir lezzet veriyor. Bütün tasalar onun buharına, geçmişin bana sürekli gülümseyen yüzüne karışıp, kaybolup gidiyor.
Makaleyi okurken müzik tavsiyesi: