Pus ve duman ufku sarmıştı. Hatırla… Denizin tuzlu suyu, ayaklarımıza değiyor, bu tuz dilimizi yakıyordu. Uzaklarda kaybettiğin bir şeyleri arıyor gibiydin. Gözlerimi gözlerine diktim, sonra ufkun gözlerine daldı m, gittim… Yeri ve göğü bir bıçak gibi ayıran, turuncuya daldı gözlerimiz. Kim bilir nerede duruyordu geçmişimiz.
Bir şey sormadım sana. Ben sorguların yorgunuydum. Turuncunun, mavinin, kızılın buluştuğu yerde buluştururken gözlerimizi, senin kendine ermeni bekledim. Benimde ermeye çalıştığım neydi ki başka. Hayat bir şeyler kazanmaya çalışırken, kaybettiklerimiz değil miydi birazda. Cesaretimiz, sevincimiz. Belki biz ilk önce masumiyetimizi düşürüyorduk bu savaşta.
Denizin sesi, senin sesine, senin sesin benim sesime, benim sesim balıkçının sesine, şarapçının sesine karışıp ulaşıyordu arş-ı alaya. Orada bütün seslerin aynı duyulduğunu, eşit olduğumuzu kayıtsız seviliyor olduğumuzu düşünmenin garip, anlatılmaz, huzuru sarmıştı içimi. Yüzüne baktım yine, gel gitlerine. Bazen gelenler gitmiyorlar, bazen gidenler gelmiyorlardı işte. Yapacak söyleyecek çok şey yoktu. Biraz çaresizlikti bize kalan, Suskun bir kabulleniş, belki tevekkül, başarabilirsek. Ufku dinlerken gözlerim, hayatımızın da bu keskin sınırlarla bizi geçmişten ayırdığı düşüncesi geçti aklımdan. Küçük küçük sınırları aşarken, kendimizle aramıza büyük sınırlar çizdiğimize aydım. Bizi geçmişteki bizden ayıran, bir adım bir adım daha uzağımıza götüren büyük sınırlarla özümüzden ayıran turuncu, kızıl bir ufuk gibiydi. Ne kadar kıyısında dursakta göremiyorduk geçmişi. Vardığımızı zannettikçe yakınımıza, ruhumuz düşüyor kendimizden ırağımıza. Bir sınırdan ancak bir kere geçiyor insan, geri döndüğünde bulduğu kendi olmuyor artık. Bizden bir şeyler düşüp kayboluyor o sınırda. Sonra…
Sonra, ufka dalmıştı yüreğin, turuncuydu rengin, biraz kızıl, biraz maviydi denize değen ayakların ve ellerin akçaydı. Bilmem hangi sınırda bıraktığın bir kendin vardı, aramaktaydın, aramaktaydım ben de. Denizi kokladım ve havayı, kederinin kokusu değdi burnuma. Ben yüreğimi koydum o sınıra. Yanından usulca geçtim, uzun saçların değdi kollarıma. Puslu bakışların değdi bakışlarıma.
Pus ve duman ufku sarmıştı. Hatırla. Denizin tuzlu suyu, ayaklarımıza değiyor, bu tuz dilimizi yakıyordu.