1970’lerin başında Mihaly Csikszentmihalyi bir deney yapti. Bu deneyde katılımcılardan. sabahları ilk iş olarak ve 21.00’e kadar normal şekilde hareket etmelerini, sadece yapmaları gerekenleri yapmalarını “oyun” veya “gayri hedefsel” olarak tamamlanacak hiçbir şey yapmamalarını istedi. Yani katılımcıların hayatlarındaki akışı durdurmalarını sağladı.
Deneye katılanlardan, hayatlarında yaptıkları tüm gayri hedefsel şeyleri yani mecburiyet veya belli bir hedefi başarma gayesiyle değilde sadece kendi istedikleri, sevdikleri için yaptıkları küçük faaliyetleri kayıt altına almalarını istedi. Bu deneyde işlerini seven insanlar, keyif almalarını sağlayacak durumlardan sakınmaya çalışmak zorundaydı. Fiziksel aktiviteyi sevenler, uslu uslu oturacaktı. Hatta temizlik yapmayı seven kadın bile sadece gerçekten ihtiyaç olduğunda temizlik yapacaktı.
İlk günün sonunda bile katılımcılar “davranışlarında artan bir uyuşukluk” gözlemlediler. Baş ağrılarından yakınmaya başladılar. Konsantrasyon sıkıntısı yaşadılar. Bazılarına miskinlik çökerken bazıları uyuyamayacak kadar gerginleştiler. Sadece iki gün akışsız geçen iki günden sonra ruh hallerinde öyle bozulmalar olmuştu ki deneye son verildi.
Mihaly Csikszentmihalyi’nin bulguları arasında insanların akış durumuna boş zamanlarından daha kolay çalışırken geçtikleriydi. Eğer işyerinde net hedefler, anında geri bildirim, becerilerimize uygun zorluklar olursa orayı daha fazla sevmekle kalmayıp, daha iyi çalışacağımızı söylüyor. Şirketler çalışanlarına birkaç akış tarzı iş vererek hem kendilerine hem de çalışanlarını iyilik yaparak, çalışanların hayatını zenginleştirebilirler.
Csikszentmihalyi “Sadece kendi isteğinizle yaptığınız oyun’un keyif vereceğine, yaptığınız ciddi işlerin ağır bir yük gibi omuzlarınıza bineceğine inanmanın artık hiç gereği yok. İş ve oyun arasındaki sınırın yapay olduğunu anladığımızda, ipleri elimize alabilir ve yaşamı daha yaşanabilir hale getirmenin zorlu görevine başlayabiliriz.” diyor.
Mihaly Csikszentmihalyi çocukların ototelik deneyimleri sık yaşadıklarını bunu yaparken bir akıştan diğerine sürüklendiğini söylüyor. Çocuklar yaptıkları davranış karşısında çevrelerinden geribildirim almak için hem beyinlerini hem de bedenlerini kullanıyorlar. Fakat büyüdüğümüzde “Yaptığımızın çocukça olduğunu düşünüp utanmaya başlıyoruz.” Hayatımızda akışı kesiyoruz. Ne büyük hata. Kendi başlarına bırakılan çocukların doğal olarak akışın peşine düştükleri gibi aslında hepimizin o akışın peşine düşmesi gerekiyor. Çünkü ruhun oksijeni akıştır.
Peki siz de akış nasıl gidiyor?
*Bu yazı Sayin Yasemin Karakaya tarafindan kendi Medium hesabinda yayinlanmis olup musadesiyle paylasilmaktadir.