Sinema ve İdeoloji
Kameranın ideolojik anlatımda önemli bir aygıt olduğunu düşünüyorum.
İlk olarak kamera sözlük anlamından ve bizimde bildiğimiz gibi alıcı anlamına gelmektedir. Bir nevi konuyu kamera çekerken yansıtıcı görevi görür ve konuyu vermek istediği biçimiyle kitleye aynı şekilde sunacaktır. Konuda işlenen yorum böylelikle kullanılan kameranın açısı ve işlendiği perspektif anlatımı yani konuyu etkileyecektir böylece anlatılan konunun anlamı da, ideolojisi de değişmiş olacaktır. Kamera oluşturduğu, aktardığı, sunduğu konuyu aktaran bir alıcıya da dönüşür.
Ayrıca kamera, fotoğraf gibi durağan değildir; hep bir hareket, süreklilik sağladığı için de kitleye sunulacak konuyu daha hızlı iletir ve daha fazla dikkatini çekmesini sağlar. Böylelikle aktarılan mesajı, konuyu, düşünceyi, yayılması gereken ideolojiyi kitleye sunarken kamera ideal düşünceyi ortaya koyacak, düşüncelerini değiştirmeyi sağlayacak ve o düşünceyi benimsetene kadar ise vurgu yapacaktır. Vurgu yaptıkça da konu kişiye göre gerçeklik algısına daha da ulaşmış olacaktır ama bir yandan da gerçeklik algısını kabul etmeyen bir kitlede olacaktır. Her zaman kabul edilecek diye bir kaide yoktur. Onlarda kendilerine göre algılayıp, yorumlayacak tır. Kabul eden kitleye de anlatılan, sunulan konu gerçekliğe ulaşarak doğrusunun da böylelikle kabul ettirip anlatılmak istenen verilmiş olur.
Bir yönetmen, otör, senarist gibi kişilerin anlatmak istediği konuyu kendi ideolojisine göre kamerayla kendi açısında anlatması, yorumlaması, görüşünü kitleye kabul ettirmek istemesi için ideal bir yöntemdir. Kitle de bu yöntemle konuyu, düşünceyi, ideolojiyi daha çok benimseyecek, etkilenecek, kabul edecek, hayatına o düşünceyi eyleme aktaracak ve etrafına da bu düşünceyi sunacaktır.
Sinema ideolojiyi destekleyen en önemli alanlardan biridir. İdeolojinin insanları ve toplumu değiştirip bir düşünceyi kabul ettiren bir anlatım şekli olduğunu ve sinema da bu ideolojiyi yayma, üretme açısından önemli bir sanat dalı olmuştur.
Örneğin, “ 2. Dünya Savaşı yıllarında ABD’nin bu savaşa girmesi tüm büyük- küçük yaştaki erkeklerin cepheye gitmesi gerektiğinden kadınlar fabrikalarda çalışmak zorunda kalmış ve çalışmışlardır. Kadın üretimde yer almış ve ekonomik olduğu kadar kültürel de gelişmişlerdir. Savaş bittiğinde erkekler evlerine döndüğünde bu yeni düzeni düzeltmek için kadınların eski hallerine döndürmek için o dönem çekilen filmlerde ideoloji sağlayarak kadınların evlerine eski düzene ev rutinine geri döndürmek için bir nevi anne, eş görevini yüceltmeye çalışmışlardır.”
Film çekildiği andan izleyiciye gelene kadar konuyu anlatıcı nasıl şekilde anlatacağı, ne sunmak istediği, hangi alanda üzerine düşeceği, izleyiciye ne aşılamak istediği gibi soruların cevapları ideolojik anlamda yorumlayarak konu izleyiciye öyle sunulacaktır. Her anlatıcı bir nevi kendi ideolojisiyle filmi farklı ölçüde işleyip yeniden üretim sağlayacak ve izleyiciye sunacaktır. Böylelikle izleyiciden gerçeği saklayıp, yeni bir gerçekliği sunar. Kabul edilen yeni gerçeklik izleyiciyi harekete geçirecektir. Aslında bir bakımdan kitle iletişim araçları zaman içinde insanlara aykırı, olumsuz düşünceleri sunmuş olsa da genel olarak yeni değerler, gerçekler sunup izleyiciye onu benimsetmiş ve onaylatmıştır. Bir yandan da bazı anlatıcılar ise ideoloji yapmadık deseler de oluşturdukları film anlam ve anlatım tarzına göre ister istemez bir ideoloji barındırmaktadır. Film bir anlatıcının düşüncesini, bir konu üzerindeki yorumunu kendine has gerçeğini savunarak seyirciye onun doğru görüş olduğunu sunar ve seyirciye o görüşü empoze eder. Bir yandan da izleyiciye empoze ettiği görüşü, düşünceyi sorgulasın istemez tek doğru oymuş gibi gösterir. Kendi düşüncesini kitleye yaymak için bir nevi sinemayı anlatıcı aracı olarak kullanır. Bazen izleyici sadece ne izlediğini bilir ama izleyiciye hedeflenen sinsice, gizlice sunulur ve özdeşleşme duygusuyla izleyicinin duyguları sömürülür. Sinemaya gittiğinde bir yandan filmi seçerken o yaşamadığı hayatı görmek, yapamadıklarını tatmak için kısacası tatmin olmak için bileti alır. İzleyici farkında olmadan filmde karakteri kendisiyle özdeşleştirir onun gibi düşünür, onun gibi filmin içinde gibi yaşar, yeri gelir duygulanır, ağlar ve salondan çıkınca kendini karakter kendiymiş gibi olur ve çıktığında onun davranışlarını yapar, taklit eder. Aslında seyirci etkilenmiş ve ona sunulan ideolojiyi almıştır. Film normal hayattan izleyiciyi uzaklaştırmış bir nevi duygularıyla oynamıştır. İzleyicinin gerçeği artık izlediği filmdeki ideolojiyle yer değiştirmiştir.
Sonuç olarak sinemayla ideoloji birbiriyle ilişkili olduğundan yeni gerçeklikler , doğrular ortaya çıkar. İdeolojide arzular, istekler ve beklentiler yer aldığından ortaya çıkan gerçeklik bu doğrultuda kendini gösterir. Anlatıcı kendi doğrusunu filmiyle ideolojisini geniş kitleye yaymayı arzu eder ve başarır. Böylelikle seyirci tatmin olmakla birlikte bir gerçeğe sahip olmuş olur.