Filmlerde sıklıkla rastladığımız bir sahne vardır. Filmin başkarakteri hareket etmek üzere olan bir trene yetişmek için hızla koşar. Belki sevdiği vardır o trende, belki gelecek güzel düşleri… Belki de bir hayali gerçeğe dönüştürecek fırsatlara doğru yol alıyordur, baş karakterimizle birlikte bizim de yetişmeye çalıştığımız bu tren. Kim bilir? Koşmaya başlarız, treni yakalamak adına koşarız, koşarız…Hatta romantik bir sahneyse eğer, pencere camından sevdiğimiz de elini uzatıyordur bize. Ellerimiz kavuşacak gibi olur önce, tam tuttuk, yakaladık derken; trenimiz istasyondan uzaklaşmaya başlar. Bugün küresel teknolojiler alanında da filmleri aratmayan benzer sahneyi yaşamaktayız. Tam bu noktada, ya yetişeceğiz ya da kaçıracağız. Bu trenin adı: Teknolojik dönüşüm. Türkiye adına çıkacağımız bu yol uzun, yolculuğumuz ise epey zor ve meşakkatli…
Dünya yazılı tarihe baktığımız zaman, nüfus artışıyla eş zamanlı olarak kaynakların kullanımında ve üretiminde ciddi bir değişim gözlemleniyor. Yerküremiz 2018 yılında, 4,54milyar yıl yaşında. Son sayım verileri gösteriyor ki; 7,442 milyar insan aynı anda, aynı atmosferden besleniyor. Hal böyleyken doğayı tahrip etme hızımızı hesaba kattığımız zaman, tükenmez kaynakların var olduğundan bahsetmek mümkün olabilir mi? Ya da tükenebilen kaynakların eşit dağılımı konusunda çare üretilebilir mi? En önemlisi de bu yarayı kaşımak bu yaranın dermanı olur mu, geçmişte oldu mu?
Sanayi Devrimi öncesi insan yaşamı; karın doyurucu bir takım şeylerin toprağa ekilip biçilmesinden ibaretti. Fizyolojik ihtiyaçların doyumu, bugün “ilkel” olarak tanımladığımız insan topluluklarının üzerinde fazlasıyla tatmin sağlamaktaydı. Bu ilkel insan; topraktan elde ettiği tahılı kendi ekip biçiyor, kendi depoluyor, kendi pişiriyor, kendi turşusunu kuruyor, kendi tuzlamasını yapıyor, kışlığını hazırlıyordu. Endüstri kavramı ona yabancıydı; çünkü 1.dereceden zaruri ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Medeniyetin ilerlemesi ile çok farklı kavramlar ortaya çıkmaya başladı ve aynı insan soyu bu kavramlarla tanışmak, hatta kaynaşmak zorunda kaldı.Endüstriyel sıçramanın akabinde yeni iş kollarının doğuşu gecikmedi. 1789 Fransız İhtilali ile birlikte demokrasi kavramının yükselmesi ve kölelik sisteminin bozguna uğratılması sonucunda yeni toplum düzeni oluşmaya başladı. Bu düzen endüstriyel alandaki sıçramalarla birlikte boyut değiştirdi.
Kıta Avrupa’sında aydınlanma düşüncesi Rönesans ve Reform hareketlerini peşi sıra sürükledi. İnsan sadece zaruri ihtiyaçları ölçüsünde yaşamını sürdüren bir varlık olmaktan sıyrıldı. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle paralel olarak endüstriyel alandaki devrimler birbirini izledi. Bugün ise Endüstri 4.0 denilen bir kavram var.
Peki Endüstri 4.0 nedir? Makinalar arası iletişime, nesnelerin internetine, mekanik sistemlerin haberleşmesine dayanan bu sistemin içerisinde Türkiye nerededir? Yapay zeka, insansı robotlar, yatay dikey yazılım entegrasyonları, simülasyon ve hologram gibi tabirleri hayatımıza katan bu endüstriyel devinimin vaatleri nelerdir? Kuşkusuz bu bir gelecek teknolojisi ve geleceğe yön verecek olan bilimin şu an için bize uzaktan duyurulan kulakta kalan hoş sena ayak sesleridir. Moleküler sistemlerin ve siber güvenliğin ne kadar önemli olduğunu artık hepimiz biliyoruz.Endüstri 4.0’ın avantajları ve dezavantajları konusu dünyanın sıcak gündemini kaynatırken, ben bu tabloda “işsizlik sorunu oluşacak tartışmalarını” oldukça yersiz buluyorum. Çünkü Endüstri 4.0; iş istihdamı konusunda sıkıntılar doğurmayacak; aksine daha nitelikli işlere insanları yönlendirerek, sektörde daha adil, daha insan onuruna yakışır standartta iş kollarının oluşumuna önayak olacak. Bu bağlamda; Endüstri 4.0’ın sektörel çözümlerin doruk noktası, bir sitem yaması olduğu dahi iddia edile bilinir. Dolayısıyla Endüstri 4.0 konusundaki tartışmaların Türkiye gibi potansiyel gelişimi oldukça yüksek ülkelerde, işsizlik sorunu yaratıp yaratmayacağı konusu üzerinden değil de, ülke standartlarının Endüstri 4.0’a tam entegre olup olamayacağı konusu üzerinden yürütülmesi gerektiği kanaatindeyim. Keza bu mevzu değerlendirilirken, birçok çevre tarafından,
Türkiye Teknolojisinin geçiş ve uyum için hazır olup, olmadığı konusunun göz ardı ediliyor olması akıllarda çok daha güvensiz bir ortamın oluşmasına sebep oluyor.
Endüstri 4.0 konusunda asıl sorulması gereken öncelikli soru ; Türkiye, Batılı ve Doğulu ülkelerin rahatlıkla tezgâh açabilecekleri endüstriyel pazar alanı olmaya mı hazırlanıyor? Yoksa dev yatırımlarla yerli üretimi pekiştirerek, ithalat ve ihracat arası dengeyi bulmaya ve hegemonya dediğimiz kalkanı kırmaya mı çalışıyor? Bu dönemeçte gerçekten, Endüstri 4.0’ a geçiş süreci adına ne yapılıyor? Dünya, “Toplum 5.0” dan bahsederken, teknolojinin hala bir tehdit unsuru olabileceği konusu üzerinden yürütülen eskimiş, kısır tartışmaları artık rafa kaldırmalıyız. Endüstri 4.0’ın tam manasıyla işlerlik kazanması ve sosyo- ekonomik boyutta yeni yönetim pozisyonlarını var edebilmesi adına; Toplum 5.0 adlı yeni dünya düzenine geçiş için çabalamalıyız. Çünkü Toplum 5.0’ın en önemli getirisi; Endüstri 4.0’ın toplumsal düzene entegre çalışması ve bu sayede daha sosyal, daha özgür insanlardan oluşan, daha mutlu bir toplumsal yapıyı planlıyor olmasıdır. İşte treni kaçırmamamız adına odaklanmamız gereken asıl meseleler bunladır. Çünkü bu filmde bizleri nelerin beklediğini sadece zaman tayin etmeyecek. Yeni çalışma prensipleri, yatırım projeleri ile Dünya teknolojilerini yakalayacağız, yakalamak zorundayız, buna mecburuz…
Dr.ÖZGÜR AKIN
AKINSOFT – AKINROBOTICS
Yönetim Kurulu Başkanı