Türkiye’de bütünüyle farklı imkân ve koşullarda yetişen çocuklar için, anne ve babalara ortak bir rehber sunmak mümkün değil. Bu yazıda hedef kitle kentli, orta gelir grubunda olan ailelerdir. Ancak önerilerin önemli bir bölümü bütün anne ve babalar için geçerlidir. Sağlıklı, vicdan sahibi (ahlaklı) ve öz yeterlilik duygusuna sahip bir çocuk yetiştirmek için anne ve babanın formel eğitim düzeyi temel belirleyici değildir. Anadolu’nun ücra köşelerinde formel eğitime sahip olmayan anne babaların yukarda sıraladığım niteliklere sahip çocuklar yetiştirdiklerini herkesin malumudur.
Yaşam becerileri
Yaşam becerileri okulda ve günlük hayatın içinde var olan küçük veya büyük sorunların çözülmesini sağlar. Bugün birçok özel okulda anneler kurdukları özel WhatsApp gruplarıyla çocukların ödevlerini izliyor, öğretmen davranışlarını denetliyor ve çocuklarının beyanlarından yola çıkarak uygun bulmadıkları durumlarda öğretmenlere müdahale etme hakkını kendilerinde buluyor. Anneler bir anlamda hizmet sektöründeki “müşteri merkezli” anlayışı okullardan talep ediyor. Oysa erken yaşlar çocuğun ilişki sorunlarını çözmeyi öğrenmesi, karşılaştığı sorunlara mücadele etmesi için en uygun dönemdir. Çok kere ebeveynler sorunlara dahil olarak onun adına sorunu çözerek bu becerinin gelişmesine engel oluyor. Özel okullarda çocuk sınıfta veya serviste bir arkadaşıyla sorun yaşadığında sınıfının veya servisinin değiştirilmesi talebi, okul yöneticilerinin sık karşılaştıkları bir durum. Hatta bazı ailelerin “bu çocuk başkalarını da rahatsız ediyor, onu uzaklaştırın” talebinde bulunma hakkını kendilerinde bulmaları ender rastlanan bir durum değil.
Birçok anne çocuğun olumsuz bir duygu yaşaması önünde bir paravan veya kalkan rolü üstleniyor. Örneğin arkadaşının doğum gününe çağrılmadığı için üzülen çocuğuna annesi, “unutmuştur”, “ben annesiyle konuşurum”, “boş ver biz daha eğlenceli bir şey yaparız” gibi seçenekler sunarak onu yaşadığı hayal kırıklığında korumayı görev sayıyor. Bunun yerine “ne hissediyorsun?”, “sence arkadaşın seni neden çağırmadı?”, “demek arkadaşı tarafından çağrılmayan bir çocuk üzüntü duyuyormuş” gibi onun dünyasında derinleşecek ve empati geliştirecek yaklaşımlar yapabilir. Çocuğunu olumsuz duygulardan korumak ve ona gerçek olmayan yapay bir dünya sunmak yerine böyle bir yol seçen anne, sıkıntılı bir süreci çocuğun olgunlaşması için fırsata dönüştürebilir.
Öz yeterlilik nerede?
Ebeveynlerin çocuklarına kazandırmaları gereken en temel özellik sanıldığı gibi kendine güven değil, yeterlilik duygusudur. Çünkü güven dış değerlendirmelere açık olup, “başkalarının kişiyi nasıl gördüğü ile ilgilidir ve başarıya bağlıdır. Öz yeterlilik ise bir işi başarmak veya bir sorunla başa çıkmak için kişinin kendi becerilerine duyduğu inançtır. Öz yeterliliğe sahip bir kişi sorunla başa çıkamadığı veya başarısız olduğu durumda vaz geçmez, kendisini değersiz hissedip bahane aramaz, geri çekilmez ve farklı bir yoldan tekrar deneyip başarmak için girişimde bulunur.
Hayatı kendi ebeveynleri tarafından aşırı kolaylaştırılmış ve her aşamada karşılaştığı sorunlar onlar tarafından çözülmüş olan çocuklar yetişkin olduklarında öz yeterlilik geliştiremezler. Çünkü onlar gündelik basit sorunlarının başkaları tarafından çözülmesine alışık oldukları için, birilerinin onlar adına sorunları çözmesini bekler, bu olmadığında da öfkelenir ve haksızlığa uğradıkları duygusunu yaşar. Psikolojik bağışıklığın gelişmesi konusunda yapılan en yaygın hatalar, çocuğu eleştirmek, bağımsızlığını engellemek ve çok övmektir. Çok eleştirilen çocuklar gibi çok övülenler de sınırlarını zorlayan mücadelelere girmekten kaçınırlar. Bu da potansiyelin gelişmemesine neden olur.
Ergen olmak William Damon’a göre “buluğ çağının başlamasıyla toplumda yetişkin olarak kendini ispat etmek arasında geçen dönemdir”. Bu dönem yaşam becerilerinin kazanılmasında belirleyicidir. Yetişkin olmak her şeyden önce bağımsız bir birey olmak demektir. Evlenmek, çocuk sahibi olmak, meslek sahibi olmak gibi kişinin bireysel kararlarıyla sorumluluk ve zorunlulukları gönüllü olarak üstlenmeye hazır olmasıdır. Çocukluğunda sıradan gündelik işleri (angaryalar) ve hatta sorumlulukları başkaları tarafından yerine getirilen çocuklar bu durumlarla karşılaştıklarında bocalar.
Sınavlarla rehin alınmış, sadece zihinsel açıdan gelişmiş ve bu sınavlarda başarının başkalarının önüne geçmek olduğuna inandırılan ve çocuklar sosyalleşme sorunu yaşıyor. Kendi kişiliğini ve becerilerini sorgulamak imkânı bulmadan, psikolojik bağışıklığı gelişmemiş gençler ve yetişkinlikler olarak hazır olmadıkları hayata atılıyorlar. Sorunları çevrelerindekiler tarafından çözülmesine alışılmış çocukların ergenlik dönemlerinde kaygı düzeyleri yüksek, yetişkinliklerinde de depresyona girme eğilimleri daha fazla oluyor.
Her gencin hayatında on sekiz yaşına gelmek önemli bir kilometre taşıdır. On sekiz yaşına gelen bir genç ödevlerini ve teslim tarihlerini bilir, yabancılarla konuşup sorunlarını çözer, para kazanıp bütçesini yönetebilir veya önemsediği bir şeyi kendi parasıyla alabilir, ailesiyle birlikteyse evin işleyişine katkıda bulunur, yaşadığı kentin bilmediği bir yerinde yolunu bulur, arkadaşlarıyla anlaşmazlıkları barışçı biçimde çözebilir. Hiç şüphesiz bu beceriler çocukluktan başlayarak yıllar içinde yanılmalar ve başarısızlıklarla öğrenilerek geliştirilir.
Sonuç
Bir hayatın içinde acı, sıkıntı, üzüntü, başarısızlık ve hayal kırıklığı yoksa o hayat anlamsız ve boş bir hayattır. Çocuklarımızı hayatın kolay tarafına çektikçe ve onları her şeye hakları olduklarına inandırdıkça onlara iyilik etmiyor, potansiyellerini hayata yansıtmalarına engel oluyor ve üstelik niyetimiz bu olmadığı halde, onları uzun vadede yetersiz kılıyor ve mutsuz ediyoruz. Son zamanlarda daha sık duymaya başladığım “ayağına taş değmesin” cümlesinin bir dua değil bir beddua olarak kabul etmek gerekiyor.
Çocuklarımızı asla gerçekleşme şansı olmayan, “Dünyada bir alanda en iyi olmasını sağlamak yerine, dünya ve ülke için iyi bir insan olmalarını sağlamak” hem daha gerçekçi hem onu hem de onun çevresindekileri hayat yolculuğunda mutlu edecek gerçekçi bir hedeftir.
Belki yaz tatili bütün bunları yeniden düşünmek ve köklü kararlar verip uygulamaya koymak için iyi bir fırsat olabilir. Ne dersiniz?
*Bu makale Sayın Acar BALTAŞ tarafından yazılmış olup kendi ismini taşıyan blog sitesinde yayınlanmıştır.