İki kuşak öncesine kadar anne ve babalarının büyük çoğunluğu “çocuklarını nasıl başarılı yapabilecekleri” konusunda kitaplar okumadan, görüşleri birbirleriyle çelişen uzmanlara kulak kesilmeden sağlıklı çocuklar yetiştirdiler. Buna karşılık günümüzde ebeveynler her yönden akan “iyi ebeveynlik” konusunda bilgi bombardımanı altında kalırken, çocukları da evin içinde ve dışında uyaran yağmuru altında yaşıyor ve bu durum çocuk yetiştirmeyi olması gerektiğinden daha fazla karmaşıklaştırıyor. Bunun sonucunda ebeveynler yanlış yapmamak adına çocukların hayatına çok fazla karışıyorlar. Bir çocuğun yaptığı her davranışa “yapma” yapmadığı her davranışa da “yap” diyerek onları mükemmel birey yapabileceklerine inanıyorlar. Bu tutumun altında sevgi ve korku gibi birbirinin içine geçmiş iki duygu yatıyor. Çocuklarının başarılı olamayacağı korkusu onlara duyulan sevgi ile birleşip, hayat karşısında güçlenmelerini engelleyecek müdahalelere yol açıyor.
Son iki kuşak ebeveyn çocuk yetiştirmeyi bir projeye dönüştürmüş durumda. Özellikle kadınlar, toplumun onlara yüklediği rolün uzantısı olarak, çocukların yetişmesinden esas sorumlunun anne olduğuna inandırılmış durumdalar. Babalardan bekledikleri yardımı alamadıkları zaman bu anneler kendilerini yalnız hissediyor ve çocuklarını kusursuz yetiştirme ve hayata eksiksiz hazırlama tutkusuyla hem onların hem de kendilerinin sağlıklarını tehlikeye atıyorlar. Böyle anneler hayatlarından daha az memnun oluyor ve hayattaki diğer rollerini ihmal ediyorlar. Bir araştırmada bin çocuğa ebeveynlerinin programında en çok neyi değiştirmek istedikleri sorulduğunda, cevapların iki grupta toplandığı görülmüş. ”Birlikte daha çok vakit geçirmek ve anne ve babalarını daha az gergin ve yorgun görmek”. Çünkü ebeveynler çocukları için her şeyi denemiyorlarsa, onlar için eksik bir şeyler yaptıkları duygusunu yaşıyorlar.
“Eğlencesiz mutluluk”
Yukardaki başlık J.Senior’un günümüzdeki anne ve babalığı açıklayan tanımıdır. Çocukları spor, sanat gibi etkinliklerinden birinden diğerine taşımak, doğum günü veya yaşıtlar arasında düzenlen toplantılara yetiştirmek ve bunlardan herhangi birini ihmal ederse kendini eksik ve yetersiz hissetmek genç ebeveynler arasında yaygın bir tutum. Bazı anneler çocuklarını öne geçirmek için değil, sadece arkadaşlarından geri kalmamasını sağlamak için bu mücadeleyi sürdürüyor. Çoğunluğu iyi eğitimli ve meslek sahibi kadınlar tüm becerilerini anneliğe odaklıyor ve her biri “çocuk yetiştirme konusunda” kendini uzman kabul ediyor ve çocuklarına veya kendilerine yönelik en küçük eleştiri kırıntısını, mükemmellik takıntısı içinde, kendilerine yapılmış bir aşağılama olarak görüyorlar. Onların normlarını arkadaş grubu içinde kanaat önderi olan kişinin fikirleri ve o kişinin işaret ettiği uzmanlar oluşturuyor. Tek örneklerden kalkarak sınırsız genellemeler ve mutlak çıkarımlar yapabiliyorlar.
Ebeveynlerin hayatlarını bütünüyle çocuklarına adamaları, kendi hayatlarından vazgeçmeleri, birbirlerini ve ilişkilerini ihmal etmeleri sonucunu doğuruyor. Birçok ailede çocuğun doğması özellikle kadının enerjisini anne rolü üzerine toplaması evlilik içinde dengeyi değiştirir. Bu doğal bir durumdur. Ancak kadının, eşlerin aralarındaki bağı kaybedecek kadar çocuklarına odaklanması sağlıklı bir aile hayatını zora sokar. Annelerin birçoğu iyi anneliğin sembolü olmak için birey kimliklerin vazgeçiyor.
Ailenin hayatına değil refahına ortak çocuklar
Sadece üst gelir grubundaki aileler değil, orta ve onlara özenen alt orta gelir düzeyindeki aileler de imkanlarını en üst düzeyde zorlayarak çocuklarına her türlü fırsatı sunmayı birinci derecede görevleri sayıyor. Oysa çocukların hayatını ileri derecede kolaylaştırmak, onların sorumluluk alanında olan görevlerin hepsinin ebeveynler veya evdeki yardımcılar tarafından yapılması çocukları hayat karşısında güçsüz ve beceriksiz bırakmak sonucunu doğuruyor. Örneğin kentlerde çocukların en temel sorumluluğu olması gereken okula zamanında gitmek uzun yıllar önce onların sorumluluk alanından çıkıp, onları sitenin değil evin kapısından almak kaydıyla servislere geçmiştir. Çocuk hazır olmadığında beklemek servisin görevi sayılıyor ve beklemediği takdirde şoför sorumlu tutuluyor. Çocuklardan tek beklenen derslerini çalışmaları ve katıldıkları aktivitelerde başarılı olmalarıdır.
Üst gelir grubunda çocukların evde devamlı kalan bakıcılar tarafından büyütülmesi yeni bir moda olarak yaygınlaşmıştır. Böyle büyüyen çocukların üç yaşından itibaren bir talepleri olduğunda ağlama sesi çıkarmaları yeterlidir. Bu durumda hemen anne veya bakıcı çocuğun talebini yerine getirip sükuneti sağlar. Daha üst gelir grubunda bakıcıları Filipin veya Tayland’dan getirerek çocuklarının ana dille beraber İngilizce öğrenmelerini sağlamak aynı modanın uzantısıdır. Ancak ülkelerinin köylerinden gelen bu eğitimsiz bakıcıların çocuklara öğrettikleri İngiliz dilinin aksanı, hijyeni ve temel görgü kuralları ayrı bir mizah konusudur.
Çocuklar, bilge Dr. Erdal Atabek’in deyimiyle “ailenin hayatına değil refahına ortaktır”. Çocuğun her türlü talebi ailenin imkanları zorlanarak ya anne baba veya büyük anne ve babalar tarafından karşılanır. Oysa köy veya kasabalarda yaşayan veya alt gelir düzeyindeki ailelerin çocukları, 4-5 yaşlarından başlayarak ailenin hayatına ortaktır. Örneğin köyde yaşayan bir çocuk beş yaşından başlayarak sabah gün ışığı ile kalkar, ahırı temizler, hayvanları otlatmaya çıkartır. Hasat zamanı ailesiyle birlikte hasada gider, onlara yiyecek taşır, kendi payına verilen görevleri yerine getirmekten gurur duyar. Bunu ilerleyen yaşlarına paralel olarak artan sorumluluklar eklenir, kardeşlerine göz kulak olmakla kalmaz onların bakımına katkı yapar, hatta iki yaş küçük kardeşinden sorumlu olur.
Minnesotta Üniversitesi’nin 25 yıl süren araştırmasının sonuçları, yirmili yaşlarında en başarılı olan gençlerin çocukluklarında çok erken yaşlardan başlayarak ev işlerini yapanlar olduğunu göstermiş. Araştırmaya göre ev işleri yapmak hayatın her alanına yayılan sorumluluk duygusu kazandırıyor. Başarı duygusu yaşatıyor, mutluluk veriyor ve yeterlilik kazandırıyor. Ayrıca ailenin bir parçası olduğunu hissettiriyor ve diğer aile üyelerinin ihtiyaçlarını anlamayı sağlıyor. Erken yaşlardan başlayarak ailenin hayatına ortak olan çocuklar 6-7 yaşından itibaren kendilerine yeter duruma gelip, kişisel ihtiyaçlarını karşılar hale geliyorlar.
Sekiz yıl Alman hocalardan aldığım eğitim sürecinde öğrendiğim önemli derslerin başında, disiplinin çoğunlukla inanıldığı gibi baskı ve zorlama değil tutarlılık olduğu gerçeği gelir. Bu da her gün düzenli olarak yapılan küçük şeyler sonucu kazanılır. İnsanları hayatta başarıya götüren de her gün düzenli olarak yaptıkları küçük şeylerdir. Bunların hepsinin kişiye haz duygusu vermesi beklenmez. Çünkü dünyada hiç kimse gününün tamamını kendine haz verecek etkinliklerle geçirmez. Çocuk yaştan başlayarak angarya gibi gözüken işler insana alçak gönüllülük ve çalışma ahlakı ve iş disiplini kazandırır. Hayatın içinde erken yaşlarda geliştirilen bu sorumluluk, yetişkinlik döneminde hesap verme duygusunu doğurur.
Ailelerin kendi aralarındaki konuşmalarda “çocuk istemiyorsa / sevmiyorsa yapmasın” sözünü çok duyuyorum. Bunun sonucunda çocukların kendilerine haz vermeyen etkinliklerden uzak tutulması ve bu tür işlerin onlar adına başkaları tarafından yapılması doğal kabul edilmektedir. Aşırı empatinin çocuğu disiplinsiz yaptığı görülmüyor. Ailenin hayatına katılmayan, sorumluluk almayan, disiplin ve beceri kazanmayan gençlerin hayatta bir konuda derinleşmesi ve sorunlarını çözmesi kolay olmuyor. Bunun en tipik örneği okumak için yurt dışına veya farklı bir kente giden gençlerin ilk yıllarında ciddi başarısızlık yaşamalarıdır. Bu gençlerin bir bölümü gerçeklerle karşılaşıp kendisini beklentilere göre düzenlemeyi başarır ancak birçoğu da uzun zaman ailelerini aldatmaya devam eder.
Sonuç
Potansiyel konfor alanının dışında ortaya çıkar. Cevher baskı altında mücevhere dönüşür. Başarının temelinde sanıldığı gibi motivasyon değil disiplin yatar. Konunun yaşam becerileri ve öz yeterlilik boyutları ve disiplin ve motivasyon ilişkisi gelecek yazımızın konusu olacak. Belki yaz tatili bütün bunları yeniden düşünmek ve köklü kararlar verip uygulamaya koymak için iyi bir fırsat olabilir. Ne dersiniz?
*Bu makale Sayın Acar BALTAŞ tarafından yazılmış olup kendi ismini taşıyan blog sitesinde yayınlanmıştır.