Zaman Üzerine
“Take for granted” cümlesini ilk duyduğumda çok beğenmiştim; çok dolu bir anlamı vardı. Araştırdım ama tam bir Türkçe çevirisini bulamadım, elde var bir, olmuş kabul etmek veya zaten elde edilmiş gibi anlamlara çıkıyor çevirileri genel olarak.
Bu cümle bende sahip olduğumuz ama anlamını gerçekte idrak etmediğimiz bir olguyu çağrıştırıyor. Yaşın ilerlemesinden mi, aklın kemale ermesinden mi sebep bilemiyorum zaman kavramı gittikçe kafamın içerisinde yankılanmaya başladı. İşte “zaman” bizim için “taken for granted”.
Zaman kavramsal olarak eşit ama hissedilen olarak göreceli bir kavram. Kendi zaman kavramımı iş hayatına girdiğim 2010 yılı sonrası için irdeleyebiliyorum. Öncesi zaten toz ve gaz bulutu. İrdeleyebildiğim yıllara baktığımda verimli kullandığım ve kullanamadığım yıllar olmuş; bunu şimdi çok daha iyi gözlemleyebiliyorum. Yoğun ve dolu programlarımın olduğu zamanlar, bana verilmiş zaman dilimini en iyi kullandığım zamanlar. Hatta o zaman dilimlerini hatırladığımda ne kadar uzun hissettirdiğini hatırlıyorum. Vakit bolluğu ve bir rahatlama dönemi içerisinde bulunduğum zamanlarda ise her gün birbirine benziyor ve ben hiçbir şey için vakit bulamıyorum.
Sanki konfor alanında olmak için çalışıyoruz ve konfor alanını elde ettiğimizde de ondan çıkabilmek için çalışıyoruz gibi bir ikilem hissiyatı bile veriyor bazen.
Önümüzdeki hafta 37 yaşına gireceğim. Bu blog’a başladığım 2005 yılında 37 yaşımda hala yazı yazacağımı planlamamıştım ama iyiki de yazmışım. Hayatımın her döneminde ne kadar sağlıklı düşünebildiğimi -veya ne kadar yaydığımı- buradan görebiliyorum.
Tabi burada yine görecelilik devreye giriyor; ben hızlandıkça zaman yavaşlıyor. Einstein’in bu teoremini ıspatlamak için belk ışık hızı gerekiyor ama ben bireysel olarak hızlandıkça zamanının yavaşladığını hissediyorum. Playstation karşısına geçip gömüldükçe de zamanın hızlandığını ve benim hiçbirşey yapmadan ortada kaldığımı hissediyorum.
Zamanı hissetmemize yol açan şey de içine sığdırdıklarımız. Hücresinde hiç güneş görmeden kalan bir mahkum gün saat dakika tutabilir mi? Zaman kavramı kalabilir mi? Her günün bir öncekinden bir farkı bulunmasa gerçekten bir zaman kavramından bahsedebilir miyiz?
Ya da konunun başına dönecek olur ve kendimizi sorgularsak; bugün gerçekten dolu dolu ne yaptın? Kendime ayırdığımız kısa 10-15 dakikalık düşünce ve akabinde ortaya çıkan bu blog yazısı haricinde bir pazar gününü dolu kılan ne yaptın?
Covid, ekonomik etkenler vb. bizi daha evimize bağımlı hale getirdi ve bu yeni durum normalleşti. Bazen kendimi “Dolce far niente” diyerek avutuyorum ama içten içe biliyorum kendime ayırdığım vakitleri de yeterince iyi kullanamadığımı.
Zaman…
Zaman gerçekten en önemli kaynağımız. Ya var, ya da yok.
Galiba benim için 2022’nin en büyük savaşı zaman yönetimim ile olacak. Ekonomik olarak iyi bir durumda olabilirim ama zaman konusunda eskisi kadar zengin değilim.